Yitirdik. Evet evet biz, çok değerli bir şeyleri yitirdik. Esnedikçe esnedik. Dayanma gücümüz aşındı. Ve esen her bir rüzgâra dallarımızı eğdik (iyi niyet), eğdik (yanlış bilinç), eğdik (sorgulamamak)… Ve sonunda sert rüzgârlarla bir bir kırıldık. Hiç bir yene sığıp saklanamıyoruz. Saklanamıyoruz diyorum çünkü hata sahibi, bir kişi de olsa birden fazla kişi de… Konu hepimizi ilgilendiriyor. N’apcaz şimdi? Başımızı kuma mı gömeceğiz? Elbette hayır!
Duyduklarımızı
yazmayalım mı?
Kaynak doğruysa elbette yazacağız. Ama bu yazıyı kaleme alma nedenimizden önce, evvelden nelere itiraz ettiğimizi, “sorumsuz vizyonsuzluğun” bırakalım sektör üyelerine, ülke ekonomisine neler kaybettirdiğine bir bakalım, neler yazdığımızı bi’ hatırlayalım. MarineDeal News Mayıs 2017 sayısında yine bu sayfadan “Tam bir fiyasko’’ başlığı altında ülkesine ve sektörüne sevgisi olan bir sektör üyesi olarak, sorumluluk ve ciddiyetle, üstelik TOBB’un 01.01.2015 tarihinde yürürlüğe giren; “YURT İÇİNDE FUAR DÜZENLENMESİNE DAİR USUL VE ESASLAR”ından ilgili maddeleri de vurgulayarak yazdığımız yazının içeriği kısmen şöyleydi:
“Hanımefendiler, beyefendiler… Ben, bizi ittikleri, yerleştirmek istedikleri bu ligi hiç beğenmediğim gibi TOBB’un bu fuarların gerekli kriterleri, nitelikleri yerine getirip getirmediğini denetlemesi gerekir diyorum. Yazıktır; ülkemin, insanımın emeğine, bu dar boğazda ürettiği, havaya giden kaynağına, vaktine çok yazık. Diğer fuarı yazmıyorum bile!”
Bu yıl nisan ayı başında düzenlenecek bahsi geçen fuar, 2017 yılında aralarında “2 aydan az” bir zaman diliminde ayrı ayrı düzenlenmişti ve bu yıl o iki fuar organizatörü sektörün haklı tepkisine karşı koymadan birleşti. Birleşti de ne değişti?
Güvenilir bir insan olmak için birilerinin bize ihtiyaç duyduğunu bilmemiz yeter. Tabii işimizde güvenilir olmak istiyorsak. Hemen bu güveni inşaya koyuluruz. İşimizin ehli olmak istiyorsak çevremize karşı da duyarlı olmalıyız. Pasif gözlemcilik, işimizde, işimizi direkt veya dolaylı etkileyen süreçlerde kör rutinin zararlarından bizi çekip alamadığı gibi geri alınamaz zararlara uğratır. Burada en büyük zarar “zaman kaybıdır”. O vakit ne yapmıyoruz, pasif gözlemcilik! Peki ne yapıyoruz? Aktif gözlemcilik. Peki sadece aktif olmak yeterli mi? Hayır. Başka ne yapmalıyız? Elimizden gelenin en iyisini. Sorumluluk duyup sahip çıkmalıyız. Çıkanları ciddiyetle dinlemeliyiz. Birkaçın değil, bütünün menfaatlerini etik değerlere tutunarak savunmalıyız.
İş ciddiyet ister, bünyesi lakayitliği kaldırmaz. Tabii bize iyiyi savunmak zorunda bırakan, karşılaştığımız çoğu olumsuzluklar evrilen “modern kapitalizmin” yozlaşmaya yüz tuttuğunun alâmetleri olabilir. Çünkü karşı karşıya olduğumuz sistem kayıtsızlığı aşılıyor. İnsanın iyiye duyduğu bağı koparıp, bu tip işlerde sektör üyesinin can hıraş, büyük bir umutla sürdürdüğü iyi niyetli çabasını nafile bir hale büründürüyor.
Güven duyulan kişiden beklenti nedir, kesintisiz süreklilik. Peki süregelen fiyaskolardan ders almayan fuar katılımcısı ve ziyaretçisi sonunda ne hisseder, iyi niyetinin vahşi şekilde baltalandığını. Zarar kimin hanesine yazılır? Ülkemizin ve insanımızın! Bakalım Mayıs 2017 tarihli yazımızda sütten ağzı yananlardan olarak nelere işaret etmişiz:
“Vizyon, kalite, yeni, kültür, gelişmişlik ile vicdan kelimelerinin anlamını biz mi yanlış biliyoruz, sorumluluğu veya verdiği sözünü yerine getirmek bu kadar mı zor, üstelik dünyada en iyilerden biri olduğunu iddia edip onlarca vaatte bulunulmuşken… İkili ilişkilere sahip olmaktan mı ibaret, iş yapmak? İş sahibi kendiyle kavga etmez mi daha iyisini yapmalıyım diye… Biz 3’üncü dünya ülkesi miyiz ki, fuar alanı (zemin) bizim köydeki Çukur Tarla gibiydi. Şantiyelerdeki tuvaletler bile daha konforlu. Sektörün dibindeydik, öyle binlerce kişiye çarpmadım koridorda yürürken, topu topu 2 kabin tuvaletin (kamyonetten bozma) önünden de uzayan sıralar da olmadı.”
“Bu yıl iyileşmiş mi zemin ve tuvaletler?” diye sordum. Karakterine güvendiğim, dürüst olduğuna inandığım kişilerden gelen yanıt, üzüntüyle karışık “Hayır” oldu.
Oysa ki ne yazmışız:
“Ben de daha iyi bir fuara nasıl kavuşuruz diye sabırla bekleyen biri olarak, bu fuarlardan kendilerini sorumlu hissedenlere içtenlikle soruyorum: Gerçekten bu işe ne zaman yürekten sarılırlar da Uluslararası Denizcilik Sektöründe güclü bir oyuncu olmaya aday ülkemin, üstelik Türkiye’de köklü de bir Oda’sı varken, bizi temsil edecek estetik anlayışı yansıtacak vizyona ne zaman sahip olacaklar(?), bir haber verseler de o tarihe hazırlansak…”
O tarih geldi çattı
Türkiye’nin kıyı illerini geçtim, İstanbul’un belli başlı semtlerinde fuara ilişkin afiş görenimiz oldu mu? Fuarı ortak proje olarak düzenleyen organizatörün ikisi de güçlü bir sermaye yapısına sahip üstelik… Esas organizatör 5 kıtada fuar düzenleyicisi ve güçlü network ağıyla övünüyor. Ev sahipliğini üstlenen organizatör ise bu alanda sahibi olduğu diğer yatçılık fuarını şubat sonu gibi düzenledi. Katılımcılar memnun değiller. Ne yenilik gördünüz diye sordum? Şaka değil, ciddi ciddi sordum, aldığım yanıt aynıydı: Hiç!
Rica ederim, kimse “hepimiz zamanın ve mekânın kurbanıyız” demesin lütfen. Ortak değerlerimizin koparıldığını bas bas bağırmak yersiz… ‘Biz’ duygusunu nasıl inşa edeceğiz? Üzerine düşünme vakti…
Baştan söyleyelim
Amacımız bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek… Hem de en iyisini. Çünkü Türkiye olarak en iyisini hakediyoruz. Buna inanın.
Ne yazmışız:
“Detayına sonraki yazılarımda gireceğim ancak açıkca soruyorum, biz nerede yaşıyoruz ve hangi yüzyılda? Anadolu’nun ücra, kuş ucmaz kervan gecmez bir kırsalında mıyız? Dünyanın cazibe merkezi, Türkiye’nin hem kalbi hem beyni tüm dünya liderlerinin imrendiği İstanbul’da mıyız! Biz bunca olanağa rağmen İstanbul’da fuar yapamayacaksak, nerede yapacağız? Uluslararası iş yaptığını söyleyen, ki öyle olan bir sektörün üyeleri olarak gerçek bir fuara ne zaman sahip olacağız? Emeğimizin ve zamanımızın sömürülmediği gercek bir fuara…
Rönesans geçirmediğimiz için değil, işin hakkını vermediğimiz, sorgulamadığımız, kendimize değer vermediğimiz için (fuar) markamız yok, bu anlayışla gidersek, bu katılımcıyı da bir daha zor bir arada görürüz.”
Haksız mıymışım o yazıyı
yazmakta?
Siz karar veriniz…
Şimdi bu ay ki yazımızı yazmamızın nedenine gelelim.
Haklı nedenlerle eleştirdiğimiz, nisan ayında düzenlenecek fuarın yetkili yöneticilerinden olan bir hanımefendi ile sektörümüzün saygın üyelerinden bir beyefendi şubat sonu düzenlenen bir fuarda karşılaşırlar. Ve Beyefendi umut içinde nisan ayında düzenlenecek belli ki katılımcısı olduğu denizcilik fuarıyla ilgili iyi havadisler almak niyetiyle, ‘bizler için nasıl geçecek, iyi mi her şey?’ mealinde şöyle sorar:
Katılımcı:
-Fuar’dan beklentiniz nedir?
Vizyonist (!) ciddi (!) ve pek neşeli fuar yetklisi hanımefendi; fuarın iyi geçeceğine dair umudunun olmadığı mealinde şu cevabı verir:
– Hiç bir beklentim yok!
* * *
Nasıl vizyon (!) ama… Hayırlı işler!
Dostlar alışverişte görsün demeyeceğiz. Bu konunun takipçisi olacağımızı belirtmiştim. Üzerimize düşen sorumluluk ile iyi niyetli ikazımızı bu defa fuar yapılmadan önce yazmayı uygun gördüm. 1 ay ya var ya yok… Haberiniz olsun.
* * *
Ve son olarak… Lütfen hava alanına yakın arazide projesi hazır olan ikinci çılgın projeye öncelik verilip, İstanbul Anadolu yakasına, 21’inci yüzyıla yakışır bir mimaride bir fuar merkezi yapılsın! Proje danışmanı olarak da mümkünse harikalar yaratan Mühendis Selami Gürel’den tavsiye alınsın.