Karanlık nükleer tablo ve gelecek

MDN İstanbul

Nükleer enerji canlı hayatı tehdit eder, pahalıdır. Yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapmak varken, ömrü belli, tehlikeli, maliyetli nükleer enerjiye mahkum olmamak için mücadele verilmeli

Enerji sorunu dünyamızın geleceğini şekillendirecek konulardan biri. Malum, Türkiye dahil bazı ülkeler bu dertlerine nükleer enerji üreterek çözüm bulmayı amaçlıyor. Özellikle Avrupa’dakiler başta olmak üzere İsviçre gibi çok sayıda ülke ise yenilenebilir enerjiye geçmenin planlarını yapıyor, hatta nükleer santrallerini kapatarak bu geçiş sürecine başlayanlar bile var. İsviçre’de yapılan referandumda, halkın yüzde 58’inden fazlası nükleer enerjiden çıkışa ve yenilenebilir enerjilerin desteklenmesine evet demişti. Geçen yıl kabul edilen yasa yeni nükleer santrallerin inşa edilmesini yasaklıyordu. Enerjisinin yüzde 60’ını yenilenebilir kaynaklardan elde eden ülkede bulunan beş nükleer santral ise denetim makamları tarafından “güvenli olarak sınıflandırıldıkları sürece” çalışır halde kalacak.

İsviçre’deki bu umut verici gelişmeye rağmen, ne denli tehlikede yaşamlar sürdüğümüzü anlamak için dünyadaki mevcut durumun karanlık yüzüne bakmayı ihmal etmemek gerek. Ancak dünyadaki nükleer santrallere bakmadan önce, Nükleer Savaşa Karşı Hekimler (IPPNW) üyesi ve Sorumluluk Sahibi Hekimler’in (PSR) kurucu başkanı Dr. Helen Caldicott’un bir söyleşisindeki sözlerini hatırlatalım.

“Her şeyden önce nükleer santrallerin zararlarından korunmak mümkün değildir. Milyonlarca yıl etkisi baki kalan radyoaktif atıklardan bahsedelim. Nükleer atıklar kaçınılmaz olarak dünyadaki yaşamın temelini oluşturan DNA yapısını, genleri, canlı türleri bozunuma uğratacaktır. Daha fazla bir şey söylemeye gerek yok. Suya ve besin zincirine karışan radyoaktivite kanser ve genetik hastalıklara yol açacak konjenital deformasyona neden olacak, sadece insanlarda da değil, hayvanlarla bitkiler üzerinde de genetik değişimler meydana gelecektir.”

Dünyada nükleer eğilimler

İlk olarak 1950’li yıllarda inşa edilmeye başlanan nükleer santraller için Birleşmiş Milletler (BM) bünyesinde faaliyet gösteren Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun (IAEA) verilerine bakılırsa, halen dünyada 30 ülkede faal 400’den fazla nükleer reaktör bulunduğunu tespit etmek mümkün. Ayrıca 15 ülkede 50’den fazla yeni reaktörün yapımı da sürüyor.

Nükleer enerji günümüzde dünyadaki enerji ihtiyacının yaklaşık yüzde 11’ini sağlıyor. 12 ülkede ise ihtiyaç duyulan enerjinin yüzde 30’undan fazlası nükleer santrallerden karşılanıyor.

Çoğunluğu Kuzey Amerika ve Avrupa’da bulunan nükleer santrallerin sayısı Avrupa’da giderek azalıyor. Enerji ihtiyaçlarının yaklaşık yüzde 30’unu nükleer güç ile karşılayan Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde toplam 130 nükleer reaktör var. Başı Fransa çekiyor, 58 nükleer reaktöre sahip. Fransa enerji tüketiminin yüzde 70’inden fazlasını nükleer güç ile sağlıyor. Yani, şimdilik nükleer enerjiye oldukça bağımlı halde. Ancak bu bağımlılığı azaltmaya çalıştığı da söylenebilir. Fransa’nın yaptığı planlar, ülkede 2025 yılına kadar elektrik üretimindeki nükleer enerji payının yüzde 50’ye çekilmesi yönünde.

Yakında ayrılacak olsa da hala Avrupa Birliği üyesi olan İngiltere’de ise 15 reaktör bulunuyor. Bunlar ülkedeki elektrik üretiminin yaklaşık yüzde 19’unu karşılıyor. İsveç’te 10 reaktör ülkenin elektrik ihtiyacının yüzde 40’ını karşılamaya devam ediyor. Avrupa Birliği’nin lider ülkesi Almanya’daki durum da şöyle, 8 reaktör var. Ancak, Almanya tehlikenin farkında. 2011’de, Japonya’da, Fukuşima Daiçi Nükleer Santrali’nde yaşanan radyasyon sızıntısından sonra tüm reaktörlerini 2022 yılına kadar devre dışı bırakma kararı aldı. Şu anda ülkedeki enerji üretiminin yaklaşık yüzde 13’ünü sağlayan nükleer güçten vazgeçiyor, farklı kaynaklardan yararlanmayı seçiyor. Diğer Avrupa ülkelerinden mesela Belçika, 7 reaktörle elektrik üretiminin yarısını nükleer güçten elde ediyor. İspanya da yine 7 reaktörden ülke ihtiyacının yaklaşık yüzde 21’ini karşılıyor. Avrupa’da tablo ilk bakışta hoş değilse de hem AB’de hem Avrupa genelinde nükleer enerjiyi terk ederek yenilenebilir kaynaklardan enerji üretimine geçme eğilimi giderek artıyor.

Çin, Rusya, ABD

Buna karşılık nükleer eğilim Uzakdoğu’da artış gösteriyor. Özellikle dünyanın en büyük enerji üreticisi kabul edilen Çin’de… Çin’in 36 nükleer reaktörü var ve 18 yeni reaktör inşasına devam ediyor. Ülkenin elektrik üretiminin yaklaşık yüzde 17’sini nükleer güçten elde eden Çin, enerji üretiminde birden fazla yola girmiş durumda. Aslında Çin enerji ihtiyacını büyük ölçüde fosil yakıtlardan karşılıyor. 36 reaktöre rağmen, Çin’de elektrik üretiminde nükleerin payı yüzde 3 civarında.

22 nükleer reaktöre sahip ve elektrik üretiminin yüzde 3‘ü nükleer kaynaklı olan Hindistan’da ve bir başka büyük ülke, Rusya’da ise altışar reaktör daha yapılıyor. Mevcut durumda, faal 36 nükleer reaktöre sahip olan Rusya’nın planları da aynı politikayı devam ettireceğini gösteriyor. Rusya 2030 yılına kadar enerji üretiminde nükleerin payını yüzde 30’a çıkarmayı planlıyor. Rusya Bilimsel İnceleme Kurulu bu yılın başlarında, dünyanın ilk yüzen nükleer santralinin testlerden başarıyla geçtiğini ve 2019’da enerji üretimine başlaması için onay verildiğini açıklamıştı. Rusya’ya çok pahalıya çıkan bu projeye, yakıt yüklü iken denizde hareket ettirilmesinin çevresel riskleri de beraberinde getirdiği gerekçesiyle başka ülkelerden tepki geliyor.

Nükleer reaktörler ve üretim kapasitesi bakımından dünyada birinci sırada yer alan Amerika Birleşik Devletleri’nde 100 reaktör faal durumda ve bunlar ülke elektrik ihtiyacının yaklaşık beşte birini karşılıyor. Kanada da elektrik üretiminin yaklaşık yüzde 15’ini 19 reaktörle nükleer güçten sağlıyor. Meksika’nın elektrik üretiminin yaklaşık yüzde 6’sını karşılayan iki reaktörü var.

Nükleer felaketlerden en fazla çekmiş ülkelerden olan Japonya’daki duruma bakacak olursak ülkede halen faal 43 reaktör olduğu görülüyor. Ancak yaşadıklarından ders çıkaran Japonya, 2030 yılına kadar nükleer güce bağımlılığını yüzde 22’ye indirmeyi amaçlıyor. Hatırlanacağı gibi, 2011’de, Fukuşima’da, nükleer santralde, deprem nedeniyle soğutma sistemi devreden çıkmış, santraldeki reaktörlerde nükleer erime gerçekleşmiş ve altı reaktörden üçü tahrip olmuştu. Bölgeye yayılan radyasyonun temizlenmesinin en az 40 yıl daha süreceği tahmin ediliyor.

Türkiye ise temeli nisan ayında atılan Akkuyu ve Sinop’ta, toplam sekiz reaktör kurmayı planlıyor. Bir de İğneada’da planlanan bir nükleer santral var. Amaç 10 yıl içinde toplam elektrik ihtiyacının en az yüzde 5’ini nükleer güçten elde etmek. Türkiye’de mevcut durumda, elektrik ihtiyacının yüzde 38’i doğalgazdan sağlanıyor. Yaklaşık yüzde 27’si kömür santrallerinden ve yüzde 18’i hidroelektrik santrallerden elde ediliyor. Ne yazık ki ülkemizde yenilenebilir enerjinin üretimdeki payı çok düşük.

Bu rahatsız edici verilere rağmen umutla söylenebilir ki, dünya geneline bakıldığında yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım da bu enerji kaynaklarının toplam üretim içindeki payı da artıyor. Yenilenebilir enerjinin zamanla hakim enerji türü olacağını umut etmek mümkün. Mesele, bu gerçekleşene kadar nükleer enerjiden uzak durarak geri dönüşü olmayan zararlar görmeyi engellemek.

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın