Ege’de Yunanistan ile Kardak odağında Deniz Yetki Alanları mücadelesi devam ederken, Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanları sınırlandırılmasına bağlı enerji paylaşımı başka bir mücadele sahamız. Doğu Akdeniz’de hali hazırda yaklaşık 1,5 trilyon dolar değerinde 30 milyar varil petrole eşdeğer hidrokarbon yatakları bulunduğu çeşitli kaynaklar tarafından ifade ediliyor. Bu kaynağın Türkiye’nin yaklaşık 572 yıllık, Avrupa’nın ise 30 yıllık doğal gaz ihtiyacını karşılayabilecek seviyede olduğu yetkililerce belirtiliyor. Bu bağlamda, büyük resme bakınca anlaşmazlıkların veya yaratılan sunî krizlerin temelinde yatan asıl nedenin enerji ihtiyacı ve kontrolü olduğu gün gibi ortada duruyor. Malumunuz, enerjiye sahip olan dünyaya sahip oluyor, Barbaros Hayreddin’in deyişi ile “Denizlere Hakim Olan, Cihana Hakim Olur.” doğruluğunu bir kez daha kanıtlıyor ve tabii bize, geleceğin güvencesinin denizlerde olduğunu işaret ediyor.
GKRY ve AB ülkeleri ile Meis, Rodos ve GKRY üzerinden bizleri Antalya Körfezi’ne sıkıştırarak yaşayan nesiller ve torunlarımızdan 100.000 km2 çalmak istiyorlar (Bkz. Harita). Koca Anadolu yarımadası Akdeniz’e kısrak başı gibi uzanmışken, ada bile denilemeyecek Meis ile Rodos ve GKRY üzerinden bunu başaracaklarını sanıyorlar! Libya ile sahildar olduğumuz gerçeğini görmezden geliyorlar. 2000’li yılların başından bu yana aynı oyunu oynuyorlar. Ancak Donanmamız bu mücadelede hem ürettiği stratejiler hem de izlediği akılcı politikalarla Doğu Akdeniz’deki çıkarların korunmasında başat rol oynuyor ve bu oyunlara geçit vermiyor. Karar alıcı ve belirleyici görevini tüm yurdumuzun menfi çıkarları için ifa ediyor.
2006 yılında başlatılan Akdeniz Kalkanı Harekâtı ve Donanmamızın Ganbot diplomasi uygulamaları Doğu Akdeniz’deki ilk adımlarımız…
Hatırlarsınız 15 Ekim 2009’da, AB Komisyonu Türkiye’nin yıllık değerlendirme raporunda; Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, ismen “Turkish Navy” zikredilerek; “Türk Donanması rapor döneminde, birçok kez Kıbrıs Cumhuriyeti için petrol arayan sivil gemileri engellemiştir,” şeklinde şikâyet edilmişti. Bu raporun hemen ertesinde Türk Donanmasının 25 amirali ve 400’ü aşkın subayı çeşitli kumpas davalar ile tasfiye edilmeye çalışıldı (Kardak sonrası dönemde, Türkiye’nin 2001’de Karadeniz’de BLACKSEAFOR’u kurması, ardından 2004’te NATO’nun ‘Active Endeavor Harekâtı’nın Karadeniz’e çıkışının Karadeniz Uyumu Harekatı ile engellenmesi,Türk Deniz Kuvvetleri’nin Dış Politikamıza en büyük katkıları olmuştu).
İşe yaradı mı peki?
Cevabı, geçtiğimiz günlerde İtalyan ENI şirketine ait SAIPEM 12000 isimli geminin önce 6 daha sonra 3 numaralı (bkz.harita) sahaların dışına çıkartılması ile net bir şekilde verildi. Donanmamız Atatürk’ün çizdiği vizyon ve prensipler ile denizlerimizin bekçisi olmaya devam ediyor, kimsenin şüphesi olmasın!
Şimdi ise enerji sahası ilanlarımız ve bu sahalarda ilan ettiğimiz ‘Navtex’lerle politikamızı sahada daha görünür boyutlara taşımış bulunuyoruz. Türkiye artık sadece Ganbot diplomasisi uygulamaları ile Münhasır Ekonomik Bölgesine giren araştırma gemilerini saha dışına çıkarmak ile yetinmiyor, aynı zamanda strateji üretiyor, gemi inşa ediyor ve araştırma yapmak için Doğu Akdeniz’e gelen yabancı gemileri kendi personelinin kontrolünde bölgeye sokuyor.
Alman Hamburg Üniversitesi adına ‘S. Merian’ araştırma gemisinin de; Akdeniz’de sıcaklık, tuzluluk ve yoğunluk incelemeleri yapmak maksadıyla ülkemizden izin istemesi, uygulanan stratejinin doğruluğunu gösterir nitelikte. Dünyada denklemler değişirken belli ki konumlanmalar da değişecek! Almanya’nın AB politikalarına ters bu hamlesini de bir yere not etmek gerekir.
Ayrıca ülkemizde inşası ile gurur kaynağımız olan ‘MTA Oruç Reis’ ile Norveç’ten satın aldığımız ‘Barbaros Hayrettin Paşa’ sismik araştırma gemilerinin deniz yetki alanlarımızda sismik araştırmalar maksadıyla görevlendirilmeleri de stratejik perspektifte çok önemli adımlar olarak görülmelidir. Gemi inşa sanayi yeteneklerinin ülkelere stratejik güç ve prestij kazandırması odağında Oruç Reis araştırma gemisinin Türkiye’de dizayn ve inşa edilmesi çok önemli bir başarı örneği iken, ülkemiz için deniz endüstrisi ile ticari ve askeri gemi inşa sanayi maalesef hâlâ stratejik bir sektör olarak görülmüyor! Tüm bunların yanı sıra Akdeniz ülkemiz için özellikle savunma ve ekonomik anlamda ne denli stratejikken, koster filomuzun eridiğini söylüyor, ancak somut hiç bir adım atmıyoruz. Neden?
Diğer yandan ‘Fırat Kalkanı’ ile başlayan ‘Zeytin Dalı Harekâtı’ ile devam eden süreçte ön alan devlet aklının da hakkını vermek, Kahraman Mehmetçik’imizi de gururla alkışlamak lazım. Bu anlamda nihai hedefi “Irak’tan Akdeniz’e çıkan bir enerji koridoru yaratmak” olan bir kukla devlete karşı verilen bu mücadelemiz de Akdeniz sahasının bir başka stratejik boyutudur. Bilelim!
Tarihte yaklaşık 44 yıl geri dönersek, 14 Temmuz 1974 Pazar günü Kıbrıs’ın tek parça olarak geçirdiği son gündü. Rumlar, gün 15 Temmuz’a döndüğünde Kıbrıslı Türklere haince bir Darbe yaptılar. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk Silahlı Kuvvetleri ile bu oyunu da bozdu. Takvim 20 Temmuz’u gösterdiğinde Donanmamız 33 gemi ile kıyıda, Türk uçakları Kıbrıs semalarında yerini aldı. ‘Kıbrıs Barış Harekâtı’ başarıyla gerçekleştirildi ve Yunanistan’ın yüzyıllardır peşinde olduğu “Megola Idea” ve Sampson Darbe Hükümeti’nin sonunu, Türk Kuvvetleri Ada’da barışı temin ederek getirdi.
Tüm bu çerçeve beraber değerlendirildiğinde Türkiye; önceden koruma-kollama son dönemde ise ön alıp inisiyatif kullandığı aktif müdahale politikalarının meyvesini almaya başladı. Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün: “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” sözündeki “Akdeniz Hedefi”nin anlamını ne mutlu ki görmeye başladı!