Gelecek program: Şekerin gazabı

Yüce Yöney

yuceyoney@marinedealnews.com
Aklımız karışık, çok karışık…
Her yıl birer defa okuyorum birbirinin tersi haberleri, yanlış bilinen doğruları, doğru dediğimiz yanlışları, aksi yöndeki yorumları…
Yumurta aklandı yazıyor biri, yok hayır kolestrol yapar diye çıkıyor öteki; hele de akşam sekizle sabah beş arasında yersen, yemezsen sana süt verelim, kemikleri güçlendirir, ama dur son araştırmalar süt içenlerle içmeyenlerin kemik kırılmaları arasında anlamlı farklar yok diyor, oysa annemiz öyle demiyordu, annem yapay zeka değildi tabii, yapay zeka başka bir kafa, ama annem gibi sevemez, bilimkurgu filmleri öyle demiyor biliyorum, ama annem, benim annem güzel annem, yapay zekalarla gözlüklü adamlar aramıza girmeden önce ne güzeldi ilişkimiz, bir de tetrapak kutulardan süt alıyorsun diye sevgisiz dediler, mutfağındaki plastiklere sövdüler, oysa koca koca devletler alt tarafı bir plastik pipeti yasaklamak için yıllar harcadılar da kimse laf etmedi, şimdi dağ-taş, okyanus-nehir plastik doldu da akılları başlarına mı geldi, yok sadece işlerine gelmedi, ama biz yemedik, zaten ne yediğin değil ne zaman yediğin önemli değil mi, gece geç saatte yersen kilo yapar da ne demek, binlerce yıldır evrimleşirken yemek saatini kimse sormadı, şimdi neden mideme uygulanan bu zapturapt, disiplinsiz, çatlak sesler mi huzursuz etti cicim, bana da sabah akşam yağan reklamlar bastı ama dinleyen yok, ver gazı al parayı, önce yedir yedir sonra mideme basarak olmuyor detoks, bağırsak sağlığımla ilgili ne biliyorsun sen, kaç araştırma yapıldı bağırsak floramda haberin var mı, biri diğerini tutmuyor, ben neden tutacağım kendimi, el alem bina üzerine bina yapıp çevremi yok ediyor da kimsenin sesi çıkmıyor, ben sucuk üstüne kaşar koydum diye mi bunca laf, geç bunları anam babam geç, bilirim ben meyveyi sıksam da mı içsem, soysam da mı yesem…

Reklam bombardımanı
İşte böyle, aklımız da midemiz gibi karışık. Lakin nasıl yemeye devam ediyorsak bilgiyi toplamaya da devam edeceğiz; çare yok. Sonra hep beraber süzeriz artık…
Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) yakın tarihli bir raporu var, çocuk ve gençlerin internette maruz kaldıkları sağlıksız gıda reklamı bombardımanından olumsuz etkilendiğine dair. Konu ciddi yani. Nitekim örgüt de hükümetlere harekete geçin diye çağrıda bulunuyor. Gerçekten de hükümetler, kanun koyucular, çocuk hakları savunucuları, birileri bir şey yapmalı artık. Raporda, medyada yapılan gıda pazarlamasının çocukların beslenme bilgilerini, tercihlerini ve algılarını etkilediği söyleniyor, özellikle aşırı şeker, tuz ve yağ içeren atıştırmalıkların taşıdığı tehlike vurgulanıyor.
DSÖ İngiltere’de yapılan bir araştırmanın sonuçlarını da hatırlatıyor. Araştırmaya göre, 13-17 yaşları arasındaki çocukların dörtte üçü sosyal medyada markaları takip edip, beğeniyor. Bu çocukların yüzde 57’si de uygulama ve online oyunlarda alışveriş yapıyor. Pek çok ülkede dijital medya reklamlarına televizyon reklamlarından daha fazla para harcanıyor.
Geçen yıl Almanya’da, on yılı ve 25 bin çocuk ve ebeveynlerini kapsayan geniş bir araştırmanın sonuçları yayınlanmıştı. Robert Koch Enstitüsü’nün çocuk sağlığı ile ilgili araştırmasının sonuçları arasında, gazlı içecek tüketme alışkanlığı olanların oranında düşüş kaydedildiği ancak hâlâ yüksek olduğu, düşüş eğiliminin de eğitici kampanyaların etkisiyle olduğu belirtiliyordu. Tüketiciyi koruma kuruluşları da çocuklara yönelik sağlıksız yiyecek reklamlarının sınırlandırılmasını ve aşırı şekerli içeceklerin doğru etiketlendirilmesi gerektiğini savunuyor. Tüm dünyada eğilim aynı, sağlıklı beslenme çağrıları artarken hükümetler yeterli iradeyi gösteremiyor.
Elbette aşırı şekerli sağlıksız yiyecek ve içecekler sadece çocukları değil, yetişkinleri de tehdit ediyor. Geçen ay basında çıkan bir haber The Lancet adlı tıp dergisine dayanıyordu. Dergide yayımlanan bir araştırma, dünya genelinde her yıl 11 milyon kişinin aşırı şeker, tuz ve işlenmiş et içeren beslenme alışkanlıklarının tetiklediği kalp hastalıkları, kanser ve diyabet nedeniyle öldüğünü söylüyordu. “Hastalıkların Küresel Yükü” adlı, 195 ülkeden verilere dayanan araştırmaya göre, her beş ölümden birinin nedeni sağlıksız beslenme. Küresel beslenme alışkanlıklarına bakıldığında, insanların önerilenden on kat daha fazla şekerli içecek içtiği görülüyor.

Şeker patlaması
Yiyecek ve içeceklere koyulan fazla şeker DSÖ’nün küresel bir salgın olarak nitelediği obezitenin ve obeziteye bağlı hastalıkların da nedenleri arasında gösteriliyor. 2017’de Sosyal Haklar Derneği Gıda Çalışma Grubu, Çocukluk Çağı Obezite Raporu’nda obeziteyi, özellikle de çocukluk çağı obezitesini günümüzün en önemli halk sağlığı sorunu olarak tanımlıyordu. Rapor, obezitenin şeker içeriği yüksek abur cubur olarak nitelenen yiyecek ve içeceklerin sık tüketilmesi ile yakından ilgili bir problem olduğunu vurguluyordu. Hem de ne büyük bir problem! Abur cubur yiyeceklerden herhangi birinden günde bir paket yenildiğinde ya da bir su bardağı dolusu şekerli, gazlı veya aromalı içecek içildiğinde bile günlük şeker alımının üzerine çıkmak işten değil.
Söz konusu olan çocuklarsa, onlardan sürekli hesap kitap yaparak yediklerinin içtiklerinin ölçülerini, kriterlerini kontrol etmelerini beklemek de mümkün değil. Buradan bakarak, insan sağlığı düşünülmeden yapılan şeker katkılarının çocukların sağlıklı büyüme hakkını ellerinden aldığı söylenebilir pekâlâ. Ve bu hak ihlali gerekli düzenlemeleri yapmayan hükümetleri de sorumluluk altında bırakıyor, çünkü bu bireylere bırakılmayacak büyüklükte, ancak kamusal tedbirlerle önlenebilir bir sorumluluk.
Çocukluk Çağı Obezite Raporu Türkiye’de şeker hastalığı görülme yaşının giderek düştüğünü hatırlatıyordu. Bunun en önemli nedeni de çocukluk çağında gözlenen obezite sorunu. Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması sonuçlarına göre 0-5 yaş aralığındaki çocukların yüzde 8,5’i obez/şişman ve yüzde 17,9’u ise hafif şişman olarak bulundu. Raporda buradan hareketle, 0-5 yaş aralığında bulunan yaklaşık 660 bin çocuğun; 6-18 yaş aralığında ise 1 milyon 300 bin çocuğun obezite sorunu yaşadığı söyleniyor.
Vurgulanan çok önemli birkaç tespiti daha hatırlatalım: Bu tespitlerden biri, çocukluk çağı obezitesinin hayatın erken yaşlarında pek çok kronik, metabolik hastalığın gelişmesi için risk faktörü olması; diğeri, obez çocuklarda ortaya çıkan psikolojik sorunların, bu çocukların ileri yaşlarda bile uyum sorunları ve özgüven eksikliği yaşamalarına neden olabilmesi.
Bir diğer nokta ise meselenin başka bir yanını gözler önüne seriyor: Sağlık harcamaları. Türkiye’de 7 milyon civarındaki diyabet hastasının tedavisi için milyarlar harcandığı tahmin ediliyor. Oysa obeziteyle mücadeleye ayrılacak çok daha az maddi kaynakla hem diyabetli hasta sayısını zaman içinde ciddi ölçüde azaltmak ve hem de çocukluk çağı diyabetindeki artışın önünü kesmek mümkün.
Unutmayalım, biz çocuklarımızın sağlığı için harekete geçip karar alıcıları yönlendirmezsek, ekonomik çıkarların hakim olduğu bir dünya düzeninde kimse kârından vazgeçmez, hiçbir hükümet yeterli inisiyatifi göstermez.

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın
yuceyoney@marinedealnews.com