Çözümlü çözümsüzlük statülü Türk deniz yetki alanları

MDN İstanbul

Dr. Hasan Bora Usluer

Galatasaray Üniversitesi MYO Müdür Yardımcısı Dr. Hasan Bora Usluer, kaleme aldığı makalesinde Ege Denizi’nde sınır belirlemesi yapılması durumunda, iyi niyet ve hakkaniyet ilkesine göre teknik ve hukuki bir paylaşım yapılması gerektiğini vurgulayarak şu soruya dikkat çekti: Olan bitenler yetkili organlarda da hukuki ve etik bulunacak mı?

Devletin ülkesi coğrafi açıdan; kara, deniz, hava ülkelerinden oluşmaktadır. Devlet, deniz ve hava ülkesi üzerindeki egemenliğini kara ülkesinden ayrı olarak devredemez, terk edemez (Toluner S.,age.s.31). Devletin ülkesi, devletin yetkilerinin belirlenmesinde nirengi noktasıdır. Uluslararası hukukta devletin, yer ve kişiler üzerindeki yetkisinin çevresi ve niteliği konusunda sahip olduğu iki ilkesi vardır (Ilgın S.,Dz. Kamu Huk.I,Sf.2). İlki, yetkinin ülkeselliği ilkesidir. Aksi hukuki bir kural bulunmadıkça devlet yetkilerini ülke sınırları dışında kullanamayacaktır. İkinci ilke, aksi hukuki kuralı bulunmadıkça devlet ülkesinde sahip olduğu yetkilerini, yetki alanında meydana gelen olay, kişi ve şeyler üzerinde kullanır. Uluslararası hukuk ile getirilen bazı istisnalar vardır. Devletin bazı yetkilerini belirli biçimde kullanmasına veya hiç kullanmamasına ilişkin bazı yükümlülükler getirebilir (Toluner S.,age.s.31). Tarihin tozlu sayfalarında yazdığı kısmı ile üç defa deniz hukuk konferansları yapılmıştır.
I. Dz. Huk. Konferansı; Milletler Cemiyeti Genel Kurulu’nun kararı ile 28 Eylül 1927 tarihli kararı ile Fransa, Şili, Hollanda, İngiltere ve İtalya temsilcilerinden oluşan bir komite kurulmuştur. Karasuları üzerinde 13 maddelik bir metin hazırlanmış fakat sonuçsuz kalmıştır.
II. Dz. Huk. Konferansı 24 Şubat ve 27 Nisan 1958 tarihleri arasında Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Konferansı yapılmıştır. Karasuları ve Bitişik Bölge, Kıta Sahanlığı, Açık Denizler, Açık Denizlerde Balıkçılık ve Canlı Kaynakların Korunmasına dair konvansiyonlar esas kabul etmiştir. Örf ve anene esaslı deniz hukukunda yazılı olmayan kurallar yazılı bir nitelik kazanmış ve yeni tanımlamalar ile terminoloji gelişmiştir. Önemli terimleri ise esas/düz esas hat, kıta sahanlığı, bitişik bölge, açık deniz vb. olarak sıralanabilir. Konferansların devamlığının nedenleri ülkelerin deniz yetki sahalarının belirlenmemiş olması, bayrak devleti yetki ve sorumluluk sahalarının belirsizliği, zararsız geçiş durumlarının hukuki niteliği olarak sıralanabilir.
III. Dz. Huk. Konferansının en önemli tarihi olayı 10 Aralık 1962’de imzaya açılan Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’dir (UNCLOS). Milli yetkiye tabi deniz alanlarının genişletilmesinde 12 mil’lik kabul edilmiş, Zararsız Geçişle ilgili ‘58 Konvansiyonu’nda ki tanım muhafaza edilirken, zararsız geçiş sayılamayacak haller sıralanmıştır. Takımada ilkeleri kabul edilmiş, Karasularının ölçülmeye başlandığı esas hat’tan itibaren 200 mil’lik Münhasır Ekonomik Bölge alanı kabul edilmiş, deniz kirliliğinin önlenmesi, canlı kaynakların korunması, denizde bilimsel araştırma gibi sorunların çözümü için devletler arasında iş birliğinin gerçekleştirilmesinin gereği anlaşılmıştır (Baykal F.H.age.,s.291–343;ÖzmanA., age.s.45–46).
Konferanslar sonucu; Türkiye Cumhuriyeti Devleti için durum kabul edilebilir durumda olmamış ve deniz yetki saha tanımlamaları yapılırken bazı ülkeler coğrafi statülerinden dolayı olumsuz etkilenmiş ve 82 yılında alınan kararlara itiraz etmiştir. 74 yılı Çerçeve Toplantı’da öneri niteliğinde bulunan; Karasularının Genişliği ile ilgili, Kıyıları Karşı Karşıya veya Yan Yana Olan Devletler Arasında Karasularının Sınırlandırılmasına ilişkin, Kıta Sahanlığının Sınırlandırılmasında Yarı Kapalı Denizler ile ilgili, Adaların Deniz Alanlarına maddelerini dikkate sunmuştur. Açıklıkla lehe bir yanıt bulmuş olmasa da, uluslararası kabul gördüğü için kullanılmasına aykırı bir durum ortaya çıkmamıştır. Uygulansa da, taraf olmuş olmamış herhangi bir ülkenin itirazı sonucu değiştirecektir. Milletlerarası Adalet Divanı’nın kararlarında da açıkça beyan edildiği üzere, bir kural genel kabul görürse, herhangi bir kuralın oluşumu aşamasından itibaren bunun kendisine uygulanmasına açıkça ve tutarlı biçimde itiraz etmiş olan devlete karşı ileri sürülemez (Milletlerarası Adalet Divanı’nın İngiltere ile Norveç arasındaki balıkçılık davasında 18 Aralık 1951 tarihinde verdiği karar.IC.1,1951,116–131.Toluner S.,age.,s.66 ve dpn.21. A/CONF.62/WS/34 15th.Nov.82). Bahse konu kural T.C. Devleti’nin açık bir itirazı bulunmasından dolayı bağlayıcı nitelikte olduğunun açık hukuksal kanıtı olarak kabul görebilmektedir.
Yazılı kabul görmüş maddelerin Türkiye’ye karşı uygulanamayacağı, talebin hukuken geçerli olamayacağı, bu düzenlemenin her hangi bir hükmü ile de bağlı tutulamayacağı ortaya konulmuştur. (“Finally we solemnly declare that this treaty can in no way be applied againist Turkey, nor would Turkey be bound by any one of its provisions, since such claims would have no juridical validity”. “OFF. RECORDS, Vol.XVII Plenary Meetings (189–08.12.82) s.78 prg.172…”.)
Türkiye’nin karasuları için “12 mil’lik limitin, Uluslararası Hukuk’ta bir örf ve adet kuralı gereği resmilik kazanmadığı görüşünde olduğu, kuralın uygulanmasının hakkaniyet teşkil etmediği, uluslararası örf ve adet hukukundan bahsetmenin de mümkün olamayacağı açıklanmıştır (“As I have already stated, Turkey is of the opinion that the 12-mile limit for territorial waters has not acquired the character of rule of customary international law. Moreover, it is not possible to speak of a rule of customary international law in cases where the application of such a rule constitutes an abuse of right.” “OFF. RECORDS, Vol.XVII Plenary Meetings (189–08.12.82) s.78 prg.173).
Yarı kapalı denizlerde ekonomik bölge ve kıta sahanlığı sınırlandırmalarının, ancak ilgili taraflar arasında, hakkaniyet esasına dayanan ve doğrudan yapılacak anlaşmalar yoluyla çözümlenebileceği belirtilmiştir (“….delimination of the economic zone and of the continental shelf in such semi-enclosed seas can be settled only through agreements to be reached directly between the parties concerned on the basis of equity.”“OFFICIAL RECORDS,Vol.XVII Plenary Meetings (189–08.12.82)s.78prg.174’’).
Sözleşme’nin adaların rejimi ile ilgili 121’inci Maddesi hakkındaki görüşleri tekrar edilerek, sınırlandırmaya tabi deniz alanları içinde bulunan adalara 121’inci Maddenin uygulanamayacağı belirtilmiştir (OFFICIAL RECORDS, Volume XVII Plenary Meetings (Documents of the Conference)s. 243). 12 mil’lik karasuları uygulamasının, Kıbrıs Rum Kesimi’nin, Kıbrıs Türk tarafı’nın katılımı olmadan yaptığı tek taraflı işlemlerinin hukuki geçerliliğinin olmadığı, KKTC tarafından BM Gen. Sek.’ne sunulan 8 Şubat 1983 tarihli yazı ile bu hukuk dışı işlemlere itiraz edildiği ve bunun KKTC’yi bağlayamayacağının açıklandığı belirtilmiştir (Official Records of the Security Council, Thirty-eight Year, Supplement of Jan, Feb and March 83, document S/15603, “ OFFICIAL RECORDS, Vol.XVII Plenary Meetings (Doc. of the Conf.) s. 243).
1982 BMDH Sözleşmesi’ne atıfta bulunan Yunanistan, Türkiye’nin bu sözleşmeye taraf olmadığını açıklamakta olmasına rağmen hukuksal ve etik bir tavır içinde olmamıştır. Fakat Türkiye, Ege Denizi’nin açık olmayan yani yarı kapalı deniz olduğunu ısrar ile kabul edip belirtmekte ve Ege Denizi’nde sınır belirlemesi yapılması durumunda, iyi niyet ve hakkaniyet ilkesine göre teknik ve hukuki bir paylaşım yapılması gerektiğini belirtmektedir. Teknik olarak izlenecek yöntemler; kıyı ülkelerin birbirini gördüğü kıyı; uzunluklarına göre oranları, alanlarının oranlarına ve hacimsel oranlamalarına göre sıralanabilir. Son zamanlarda, Lozan Antlaşması gereği hukuki statü kazanmış adalar meselesinde yazılı kurallara aykırı hareket eden Yunanistan’ın 10’dan fazla adaya antlaşma maddelerine aykırı olarak konuşlanması hem hukuki hem de etik olarak uygun bulunmamaktadır.
Olanlar şu soruyu akla getirmektedir; Yazılı tarih ve antlaşmalar katidir, fakat olan bitenler yetkili organlarda da hukuki ve etik bulunacak mı?

Bunu Paylaşın