Amerika çekiliyor(mu?)…

MDN İstanbul

Dz. Kurmay Albay (E) Serter Tuçaltan
Dz. Kurmay Albay (E) Serter Tuçaltan: Devletin bekası ve milletin refahını önceleyen akla ve bilime dayalı siyaset anlayışı ile hareket edilmeli, Atatürk dönemi dış politikası örnek alınmalıdır.

ABD’nin Suriye’den çekileceğini ve DEAŞ ile mücadelenin Türkiye tarafından yürütüleceğini açıklaması bölgenin geleceğine ilişkin yeni tartışmaları gündeme getirmiştir.
Çekilme açıklamasının, Türkiye’nin Fırat’ın doğusunda, YPG/PKK unsurlarına harekât düzenleme kararı almasının ardından gelmesi dikkati çekmiş, ABD’nin bölgeden ayrılmasından sonra oluşacak boşluğun nasıl doldurulacağı tartışmaların temelini oluşturmuştur.

Kesin bir çekilme takvimi belirlememesi, çekilmeyi; DEAŞ’ın tamamen imha edilmesi, İran’ın oluşacak boşluğu doldurmasına imkân sağlamayacak bir ortamın tesis edilmesi ve “Kürt müttefikleri”nin korunması şartlarına bağlaması esasen ABD’nin bölgedeki varlığını idame edeceğini göstermiştir.

Bu bakımdan “çekilme” kapsamında Suriye’de bulunan yaklaşık 2 bin ABD askerinin Irak’a geçeceği, ABD’nin görünür varlığını Irak’ta muhafaza ederek, gerektiğinde Suriye’ye Irak’taki üsleri marifetiyle müdahale edeceği, Suriye’deki varlığını ise özel kuvvet ve istihbarat unsurlarıyla sürdüreceği, bölgede sahip olduğu hava üstünlüğünü muhafaza edecek, İran’ı kontrol edebilecek bir konuşlanmayı idame edeceği öngörülmektedir.

Çekilme kararının ardından ABD yetkililerinin verdikleri mesajlardan anlaşılan üç husus bulunmaktadır:
Bunlardan ilkinde, DEAŞ ile mücadelenin Türkiye tarafından yürütüleceği belirtilmekte, ABD ile koordine etmeden Suriye’de bir harekât yapılmaması talep edilmektedir. Yani ABD, harekâtın hedefleri konusunda söz sahibi olmak, koşullarını belirlemek ve kontrol altında tutmak istemektedir.

İkincisinde ABD kendi inisiyatifi dışında yapılacak ve YPG/PKK’yı kapsayacak operasyonel faaliyetlere karşı olduğunu belirtmekte, çeşitli açıklamalarda kullandığı “bölgedeki bir katliamın engellenmesi”, “Kürtlerin korunması için bir anlaşma yapılması”, “ekonominin mahvedileceği” gibi ifadelerle, bu yaklaşımını tehdide varan mesajlarla vurgulamaktadır.

Üçüncüsünde ise Türkiye’ye YPG/PKK ile arasına koyabileceği bir tampon bölge vaat etmekte, hangi koşullarda oluşturulacağı netleşmeyen bu bölge vasıtasıyla aslında YPG/PKK’yı korumayı amaçlamaktadır.
Tampon bölge üzerinde çeşitli senaryolar konuşulmakta; temel yapısı YPG tarafından oluşturulan, SDG bu bölgeyi Türk Ordusunun girmeyeceği ve müdahil olmayacağı bir bölge olarak tanımlarken, Irak kuzeyindeki Suriyeli Peşmerge güçlerin ve Arap aşiretlerin Fırat’ın doğusunda Türkiye sınırına yerleştirilmesine yönelik müzakerelerin sürdüğü bilgileri açık kaynaklarda yer almakta, öte yandan ABD’nin oluşturmaya çalıştığı Sünni Arap Gücü (Arap NATO’su) bölgede konuşlandırılmasının yine ABD tarafından seçenek olarak sunulabileceği düşünülmekte, ocak ayında Mısır ve BAE subaylarının Menbiç’te incelemelerde bulunmasının bu durumu teyit ettiği değerlendirilmektedir.

Söz konusu gelişmeler tampon bölgenin oluşturulmasına yönelik muhtemel senaryolar hakkında ipucu verirken son dönemde Arap Birliğinin Suriye’yi tekrar Birliğe alma sürecinin başlaması; Bahreyn, Suudi Arabistan ve BAE’nin Suriye ile yeniden diplomatik temas kurma planları, BAE’nin Şam’daki büyükelçiliğini açması gibi girişimlerin, Suriye’nin yeniden yapılandırılmasında etkinlik kazanma ve ön alma çabaları ile ilgili olduğu kadar ABD’nin tampon bölge ve DEAŞ ile mücadele yaklaşımları ile de irtibatlı olduğu değerlendirilmekte, aynı gayretlerin Suudi Arabistan-Mısır ve BAE eksenin Türkiye’ye göre pozisyon alma mücadelesi ile de ilgili olduğu kıymetlendirilmektedir.

Türkiye çekilmeden sonraki sürece yönelik pozisyonunu NY Times ve Kommersant gazetelerinde yayımlanan iki makale ile açıklamıştır. İlk makalede özetle; Suriye’deki tüm kesimlerin savaşçılarından oluşan bir istikrar gücü kurulmasını, şu an YPG ve DEAŞ kontrolündeki topraklarda Türkiye’nin gözetiminde seçimle yerel meclisler oluşturulmasını, idarenin bu meclisler tarafından yürütülmesini, deneyimli Türk yetkililerin bu meclislere danışmanlık yapmasını içeren bir yol haritası üzerinde durulmuştur. İkinci makalede ise daha ziyade Türkiye’nin terörle mücadele konusundaki kararlılığı ile Suriye konusunda RF ile işbirliğinin önemine vurgu yapılmıştır. Türkiye ayrıca oluşturulacak bir tampon bölgeye olumlu yaklaştığını, bölgenin Türkiye kontrolünde olması gerektiğini açıklamıştır.

RF, çekilme sürecini izleyeceğini, bu bölgelerin kontrolünün Suriye Hükümeti ve Ordusu’na geçmesi gerektiğini açıklamıştır. Bu süreçte, Suriye Ordusu’nun Menbiç çevresinde konuşlanması, İdlip’te operasyon hazırlığı yapması ve RF’nin Menbiç’teki varlığını artırması ile RF; İdlip Mutabakatını da hatırlatarak Türkiye’ye Menbiç’e ve Fırat’ın doğusuna yönelik bir harekâtın kendisi ve Suriye ile koordine edilmesi gerektiği mesajını vermiştir. RF, Kürtler ile Suriye Hükümeti arasında, tek ülke dahilinde, dış müdahale olmadan yeniden yaşam tesis etme konusunda yürütülen temasları desteklediğini; Suriye, Irak ve diğer ülkelerde yaşayan Kürt nüfusla ilgili sorunların, ilgili ülkelerin ulusal mevzuatlarına uygun olarak çözülmesi gerektiğini açıklamıştır.
YPG/PKK ise nisan ayından beri sürdürdüğü Suriye ile diyalog çabalarına hız vermiş, hem doğrudan hem de RF ve Körfez ülkeleri üzerinden Suriye’nin kuzeyinde özerklik karşılığında Suriye yönetimi ile işbirliği arayışına girmiş, bu arayış Suriye’den belli oranda karşılık da bulmuştur.

Çekilme açıklaması ile Fırat’ın doğusuna odaklanıldığı bu dönemde İdlip’te de önemli gelişmeler yaşanmıştır. Bölgenin silahsızlandırılması ve teröristlerden arındırılması kapsamında İdlip Mutabakatının işletilmesi sürecinin devam ettiği mevcut durumda, Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) terör örgütü ile muhalifler arasında toprak ve nüfuz alanı mücadelesi sürmüş, Suriye Ordusu zaman zaman bölgeye yönelik tahditli operasyonlar yapmıştır. İdlip Mutabakatının hayata geçirilmesini geciktiren bu durumun Menbiç’te ve Fırat’ın doğusunda icra edilecek bir harekâtın RF ile koordinesini güçleştirme potansiyeli de bulunmakta, RF’nin nihai tavrını ortaya koymak için acele etmeyeceği ancak İdlip konusunu Türkiye nezdinde öncelikli olarak gündemde tutacağı kıymetlendirilmekte, Suriye Ordusunun bölgedeki yeni harekât hazırlığının bu görüşü teyit ettiği düşünülmektedir. Astana sürecini yakından ilgilendiren İdlip konusunun istismar edilebilme potansiyeli bulunmaktadır.

Arz edilen bu hususlar kendi içinde mutabakat sağlamadan açıkladığı çekilme kararından, istifade edebilecek bir süreç yaratmaya çalışan ABD’nin esasen taktik seviyedeki, belki de gösteri mahiyetindeki çekilme sürecini çok dikkat edilmesi gereken siyasi bir manevraya dönüştürdüğünü göstermektedir.

ABD’nin İsrail’in güvenliğini, RF ve İran’ın çevrelenmesini, İran’ın nüfuz alanının genişletmesinin engellenmesini önceleyen bölgesel hedeflerinde değişiklik yoktur. ABD, RF ve İran ile işbirliği içinde hareket eden Türkiye’ye de ihtiyatla yaklaşarak bu işbirliğini bozmaya çalışmakta, Astana sürecinin “fişini çekmeyi” amaçlamakta, Irak’ın kuzeyinden başlayarak Türkiye sınırı boyunca Akdeniz’e uzanan kendisine bağımlı bir Kürt devletinin hayata geçirilmesine yönelik politikasını idame ettirmekte; Doğu Akdeniz ve Karadeniz’deki faaliyet ve gayretleri ile eşgüdüm içinde hareket etmektedir.

ABD, Türkiye’yi Suriye’nin derinliklerine çekerek asli hedefi olan PKK/YPG ile mücadelesini sekteye uğratmayı amaçlamakta, İran’a karşı olduğu söylenmekle birlikte bölgede çıkarları hilafına hareket eden herkese karşı kullanmak üzere yarattığı, eğittiği, silahlandırdığı YPG/PKK gücünün varlığını korumak ve geliştirmek üzere tedbir almaktadır.
Yaşanan süreçte bölgesel işbirliğinin ve koordinasyonun önemi ve işlerliği kendisini ispat etmiştir. Bu kanallar açık ve işler durumda muhafaza edilmeli, bölge merkezli bir dış politika esas alınmalıdır.

Kendi içinde egemenlik alanları ve otoriteler yaratacağı, bölünmeyi kolaylaştıracağı, Irak’ın kuzeyindekine benzer etkileri olacağı cihetle tampon bölge uygulamasına olumlu yaklaşan bakış açısı yeniden değerlendirilmelidir.
Bu bakımdan Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğü ve üniter yapısına tam destek verilmeli, bu ülkelerdeki muhatap merkezi hükümetler olmalı, teröre karşı işbirliği yapılabilecek unsurlar Merkezi hükümetler olmalıdır.
Türkiye’nin meşru müdafaası ve bekasına yönelik uluslararası hukuktan kaynaklanan her türlü hakkı saklı kalmak üzere Irak ve Suriye derinliklerindeki terörle mücadele faaliyetleri bu ülkelerin kolluk ve güvenlik kuvvetleri tarafından yürütülmeli, işbirliği bu düzlemde yapılmalıdır.

Bölgedeki tüm ülkeler için bir güvenlik sorunu oluşturan YPG/PKK tehdit olmaktan çıkarılmalıdır.
Irak, Suriye, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’a yönelik gelişmelerin birlikte mütalaa edilmesi gerektiği hatırda tutulmalıdır.
Suriye ve Irak’taki karmaşık yapıdan sağlıklı bir sonuç çıkarabilmek üzere, esasen hep uygulanması gerektiği gibi her türlü etnik kimlik ve dini inancın istismar edilmesi engellenmeli, etnik ve dini temelli politikalar siyaset olarak görülmemeli, devletin bekası ve milletin refahını önceleyen akla ve bilime dayalı siyaset anlayışı ile hareket edilmeli, Atatürk dönemi dış politikası örnek alınmalıdır.

Bunu Paylaşın