Aç dünyanın laneti

Yüce Yöney

yuceyoney@marinedealnews.com

Dünyanın sonunu ne getirecek? Hollywood senaristlerinin sık kullandığı temalar arasında nükleer silahların kulanıldığı büyük bir savaştan söz edilir; gerçeğe dönüşebilir mi? Ya da filmler kadar sansasyonel konu arayan medyanın da göz bebeği bir tema olarak aşina olduğumuz dev bir meteor çarpması bir gün gerçek olur mu?
Yapılan araştırmalara göre, insanlık nesiller boyunca meteorlarla böyle bir sorun yaşamayacak. Nükleer silahlara gelince; onlar varolduğu sürece insanlığın huzur bulamayacağı kesin, ama şimdilerde çok daha yakın bir tehlikeyle yüzyüze insanlar: Açlık!
Kuraklık, ardından gelen yangınlar ve sonrasında kaçınılmaz sonuç: kıtlık. Yakın bir gelecekte Kuzey Amerika’da başgösteren açlıkla başedemeyerek eyaletlere bölünüp parçalanmış bir ülke. Her eyaletten seçilen temsilcilerin ölümüne yarıştığı “oyunlar”; ödül yarışmacı için hayatta kalmak ve prestij, eyaleti için gıda yardımı demek… Ülkemizde de gösterilen, Gary Ross’un yönetmenliğini üstlendiği, Suzanne Collins’in kitabından uyarlanan Açlık Oyunları adlı filmi anlatan cümleler bunlar.
Sadece hayatta kalanın kazandığı açlık oyunları değil ama kitaba kaynaklık eden açlık teması maddi bir gerçekliğe oturuyor maalesef.
Yakın zamanda işaretleriyle daha sık karşılacağımız devasa bir sorun gıda krizi. Lafı dolandırmadan acı gerçeği hatırlayalım. Şu anda bile Afrika başta olmak üzere dünyanın “gözden ırak” bölgelerinde açlık nedeniyle hayatını kaybeden binlerce insan var.
Dahası, yanlış politikaların sebep olduğu gıda krizi giderek büyüyor. Birkaç veri, şimdilerde ekonomisi gelişmiş ülkelerde fiyat artışı olarak kendini gösteren krizin boyutuna dair fikir verebilir.

Fiyat artışının sonuçları
Ağustos ayında dünyanın en önemli tahıl üreticileri arasında yer alan ABD’deki kuraklığın neden olduğu soya ve mısır fiyatlarındaki yükseliş gazetelerin dünya ekonomisi sayfalarında yer buldu kendine.
Almanya’nın ünlü haber ağı Deutsche Welle, dünyanın en yoksul ülkelerinde insanların kazandıkları paranın yüzde 80’ini gıda ürünlerine harcamak zorunda kaldıklarını yazdı. “Gıda fiyatlarındaki en ufak artış bile yoksulların ihtiyaçları olan besini almalarını imkansız kılıyor.”
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) gıda fiyat endeksi temmuz ayında kriz yılı 2008’den daha yüksek çıktı. 2008’de dünyada pirinç fiyatı üç katına çıkmış, yoksul ülkelerde açlık tehlikesi başgöstermiş, 30’dan fazla ülke gıda krizi kaynaklı insani ve toplumsal sorunlarla uğraşmıştı. Sadece ABD’de bu sene yaşanan kuraklık bile temmuz ayında mısır fiyatlarının yüzde 33 artmasına yol açtı.
Uluslararası Yardım Örgütü Oxfam’dan Marita Wiggerthale, “Şayet hububat fiyatları bu kadar yüksek kalmayı sürdürür, siyaset de buna hızlı ve kararlı bir şekilde müdahale etmezse açlık çekenlerin sayısı kat be kat artabilir” uyarısında bulundu.
Tabii, gıda fiyatlarındaki artışın spekülatif nedenlere dayandığı iddialarını da yabana atmamak gerek. Ancak neden ne olursa olsun, insanlar açlıktan ölüyor ve böyle giderse daha fazla insan bu durumdan etkilenecek.

Mısırın yeri sofra mı, araba mı?
Yaklaşan gıda krizi karşısında Birleşmiş Milletler’e bağlı FAO’nun çağrısı ilginçti. Ekilecek alanları arttırın mı dedi FAO, yoksa fiyatlara sınırlama getirin mi? Hayır. FAO, ABD’den biyoyakıt üretimini sınırlamasını istedi.
Örgütün genel direktörlüğünü yapan Jose Graziano da Silva’nın açıklamasında, etanole ayrılan kotanın bir kısmının gıda üretimine kaydırılması gerekliliğinden söz ediliyordu. Silva’nın kaygısını açıklamak gerekirse durum şu: ABD’de, mısır mahsulünün yüzde 40’ı yakıt olarak kullanılan etanol üretimine ayrılıyor.
Bir başka ifadeyle, biyoyakıt üretimi gıda krizinin derinleşmesine neden olan faktörlerden biri. Sorun şöyle formüle edilebilir: Üretilen mısır sofralarda değil, otomobillerin yakıt deposunda tüketiliyor.
Hesaplar, ABD örneğinde, ülkede üretilen mısırın yarısının biyoyakıt üretiminde kullanıldığını gösteriyor. Malum, petrol ve ürünlerindeki fiyat artışı biyoyakıtı değerli kılıyor, böylece mısırın yakıt üretimi için önemi artıyor.
ABD mısır, soya ve buğday ihracatında dünyada ilk sırada, dolayısıyla bu ülkedeki gelişmeler doğrudan uluslararası piyasaları etkiliyor ve ithalatçı fakir ülkeler zorda kalıyor.
Üstelik kuraklık sadece ABD’de hissedilmiyor. Rusya, Ukrayna ve Kazakistan’daki üretim de aynı dertle karşı karşıya. En çok tahıl ihraç eden ülkeler ABD, Avustralya, Arjantin, Brezilya ve Rusya. Son iki ay içinde ise gıda fiyatları yüzde 32 gibi büyük bir oranda arttı.
Dünya ölçeğinde tahıl rekoltesinin en fazla yüzde 15’inin ihraç edildiğini düşünürsek problemin tahıl ithalatçısı ülkeler için ne derece büyük boyutta olduğunu anlamak kolaylaşacaktır.
Yine Deutsche Welle’de yer alan bir makalede, Alman açlıkla Mücadele Örgütü Welt-hunger-hilfe’den Mathias Mogge’nin analizi acı gerçeği belirliyor. Mogge, gelmekte olan gıda krizinin Batı Afrika’da yaşayan 18 milyon insanı açlık sınırına sürükleyeceğini söylüyor.

Bu ne acayip bilmece

Birleşmiş Milletler verilerine göre, dünyada açlık sınırında yaşayan bir milyara yakın insan var.
Çarpıcı bir nokta, bu insanların yaklaşık yarısının küçük üretici olması. Demek ki yükselen tahıl fiyatları çiftçilerin yararına değil. Peki bu tuhaf durum nasıl oluşuyor?
Küçük üreticinin akıl almaz durumunu açıklayan çok basit bir mekanizma var. Küçük üreticiler mahsulünü depolayamıyor. Böylece ürününü hemen satmak zorunda kalıyor. Tabii bu zorunluluk satışın ucuz fiyattan yapılması demek. Sonuç, dönüp dolaşıp bu küçük üreticiyi vuruyor, çünkü eline geçen parayla ihtiyaçlarını karşılayan bu üreticiler zaman içinde kendi tüketimleri için tahıl almak zorunda kalıyor. Hem de daha yüksek fiyata… Kısacası, aynı ürün kendisindeyken ucuza satıp, ihtiyacı olduğunda pahalıya almak gibi bir kısır döngünün içine düşüyor. Hep fakir, daha fakir…

Farklı dönem aynı senaryo
Peki kıtlık ve açlık kaygısı beraberinde ne getirdi? Konuyla ilgili birçok kişi bundan söz ederken önce “yeni sömürgecilik” ifadesini kullanıyor.
Yedi milyarın üzerine çıkan dünya nüfusunun artış eğilimi dünyayı beslemek için daha fazla gıda üretmek gerektiğini gösterirken, uluslararası şirketlerin bunu kâra dönüştürmek üzere kullanmaları şaşırtıcı değil elbette.
Üretim için yeni tarım arazilerine duyulan ihtiyacın ilk sonucu ekonomisi güçlü ülkelerin yoksul ülkelerdeki topraklara göz dikmesi oldu. Güçlü devletler ve uluslararası firmalar Afrika başta olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinden tarıma elverişli arazileri uzun vadeli kiralamaya ya da satın almaya başladı.
Afrika Avrupalıların yanı sıra Arap şirketlerinin de gözdesi. Çin şirketleri Kamboçya’dan, İngiliz şirketleri Ukrayna’dan daha şimdiden çok geniş topraklar almanın peşine düştü bile.
Belki ilk bakışta, geleceğin tahıl ambarı olarak görülen ülkelerde bu gelişmeler yeni iş alanları olarak görülebilir, ancak tarih öz kaynaklarının denetimini yitiren ülkelerde yoksulluğun arttığı yönündeki örneklerle dolu.
2009’da, BBC’de yayınlanan bir programda, bu ülkelerde yabancıların yaptığı arazi kiralama ve alımlarının söz konusu toprakların kontrolünü ele geçirmek anlamına geldiği anlatılıyordu. O programda Ukrayna üzerine konuşan City Üniversitesi’nden gıda uzmanı Prof. Tim Lang, bu ülkenin yıllarca Ruslar tarafından tahıl ambarı olarak kullanıldığını hatırlatarak şimdi de Batılı ülkeler tarafından sömürüldüğünü söylüyordu.
Geleceği konu alan bilimkurgu filmlerde ya da kitaplarda sık sık distopyalarla karşılaşmamız boşuna değil. Daha acısı, birçok bilimkurgu yazarının söylediği gibi, bilimkurgu geleceği değil bugünü anlatır. Ne demişti ünlü feminist kuramcı Donna Hallaway, Siborg Manifestosu’nda: Bilimkurgu ile gerçek arasındaki fark optik bir yanılsamadan ibarettir.

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın
yuceyoney@marinedealnews.com