ABD’nin değişen jeopolitik öncelikleri ve Capgras Sendromu

MDN İstanbul

Küresel dengeler hangi istikamete evrilebilir?
ABD’nin grand stratejisi değişiyor mu? Ekolojik hakimiyeti gerileyen, hegemonik gücü azalan ve ekonomik kulvarda artık pole pozisyonunda olmayan ABD’yi ayakta tutan yegâne itici unsur devasa askeri gücü. Ancak şu bir gerçek, tek kutup ve tek çekim merkezi olmaktan çıkmaya başlayan ABD, gücünü muhafaza etmeye çalışsa da aşınan kapasitesi zorlanıyor.
Herkesin kafasındaki soruyu sorarak başlayalım. ABD’nin hegemonik gücündeki zayıflama, Almanya başta olmak üzere AB’li kadim müttefiklerle yaşanan görüş ayrılıkları ve gerilimler, öngörülemeyen Trump hamleleri ve onun hamaset dozu yüksek retoriğine bütüncül bakıldığında küresel dengeler hangi istikamete evrilebilir?
Günümüzde ABD’nin ekonomik egemenliği giderek geriliyor ve dünya ekonomisi içinde ABD’nin ağırlığı azalıyor. Zira ABD soğuk savaş döneminde dünya ekonomisinin yaklaşık yüzde 50’sini domino ederken, bugün oran yüzde 20 seviyesine gerilemiş durumda. ABD’li karar vericiler ve elbette Trump büyüyen tehlikenin farkında. Üstelik dünya artık tek kutuplu değil ve dikkate alınması gereken Çin ve Rusya gibi ciddi faktörler var…. Gelinen noktada ABD, yönünü bulmaya çalışan istikrarsız cayro görüntüsü veriyor.

ABD’nin kâbusu: Çin ve Rusya flörtünün evlilikle sonuçlanması
ABD optiğinden bakarak olguları sıralayalım. Çin ekonomik bir tehdit, ama askeri gücü mahdut ve şu anda ABD ile rekabet edecek düzeyde değil. Rusya görece askeri bir tehdit ama zayıf ekonomisi dikkate alındığında ABD ile boy ölçüşmesi olası değil. Üstelik ekonomisinin yüzde 40’nı enerji gelirlerine yaslayan Rusya’nın “küresel güç” iddiası bile tartışılabilir. Öte yandan Rusya, Çin’e oranla daha batılı bir görüntü veriyor, bu ise avantajı. Not edelim, zira bu nokta önemli.

Kısa vadede ekonomik dev Çin ile askeri güç Rusya’nın ABD’ye karşı ortak harekete devam etmeleri ABD’nin kâbusu olabilir ve insomnia hallerine evrilebilir. Nitekim son dönemde Çin ile Rusya arasında sergilenen anlayış birliği, eşgüdüm ve işbirliği bu öngörüyü kuvvetlendiriyor. ABD için çözülmesi gereken öncelikli denklem tam olarak bu….Mevcut konjonktürde ABD’nin elindeki kartlar sınırlı, cephanesi yetersiz ve azalıyor. Eksikliğini ve hatta zafiyetini hâlâ dünyanın bir numaralı askeri gücü olmanın da avantajı, hukuk ve kural tanımazlığı ile doğrudan sert gücüne başvurmayı dillendirerek, tehdit jargonu kullanarak telafi etmeye çalışıyor. Venezuela ve İran’a karşı izlenen stratejilerde görüldüğü gibi…

ABD’nin askeri gücüne yaslanma stratejisinin uygulanabilir ve sürdürülebilir olamayacağı aşikâr. Hele ki Çin ile Rusya’nın evliliğe giden flörtünü engellemede bu hamlenin başarılı olma şansı yok. Çoban matı olmak gibi bir durum. Tamam, ABD halen öyle ya da böyle küresel bir güç. Ancak sonuç almak için daha kapsamlı ve daha derin stratejilere ihtiyacı var. Nitekim küresel güç olmanın gerek şartı; itinalı, gizemli ve öngörülemeyen stratejiler uygulayarak, oyunu kurmayı dikte ediyor. Görünen o ki ABD, satranç tahtasına güçlü bir geri dönüş deniyor. Örnek mi? Pompeo’nun Rusya ziyareti, Lavrov ve Putin ile yapılan görüşmeler. Arka planı gözden kaçırılmamalı. ABD, Çin ile Rusya’yı ayrıştırma stratejisini devreye sokmuş görünüyor.

Çin’e karşı Asya Pivot stratejisi
Dünyanın ekonomik anlamda yükselen gücünün Çin olduğu tartışmasız bir gerçek. Çin 2009’dan beri dünyanın bir numaralı ihracatçısı ve aynı zamanda dünyanın bir numaralı üreticisi. Askeri gücünü ve kapasitesini geliştirdiği, ABD seviyesine yaklaştırdığı an dünyanın tartışmasız başat aktörü olacak ve dünyanın ağırlık merkezini değiştirecek. Bu nedenle Çin, ABD bakımından “öncelikli rakip”. Terazinin bir tarafına Çin’i diğer tarafına Rusya’yı koyan ABD için Çin kesinlikle ağır basıyor. Bunu ilk defa gören, açıkça dile getiren ve ABD’nin Çin’i çevrelemesi (contain) gerektiğini vurgulayan Obama oldu. Obama döneminde belirlenen “Asya Pivot” stratejisi bu açıdan önemlidir. Bu stratejinin güçlü tarafı; Çin’i merkeze almak ve baskılamak, ABD askeri kapasitesinin yüzde 70’ini Asya-Pasifik bölgesine konuşlandırarak sıklet merkezini burada tesis etmek, son kertede Çin’i çevrelemek ve durdurmak. Zayıf tarafı ise Çin’e verilen öncelik nedeniyle diğer ilgi sahalarında açıklar vermek, örneğin; Avrupa ve Ortadoğu’daki varlığı zorunlu olarak ve tedricen azaltmak.

Eşit yük paylaşımından stratejik sığlığa
Bu nedenle ABD, NATO ortağı Avrupalı müttefiklerinin daha fazla inisiyatif almalarını talep etmektedir. Meselenin iki saç ayağı vardır aslında, ekonomik ve askeri boyut … Nitekim ilk olarak 2014 Galler Zirvesi’nde gündeme gelen ve 2016 Varşova ile 2018 Brüksel Zirvelerinde yinelenen “Müttefiklerin savunma bütçelerini GSMH’larının yüzde 2’sine yükseltmeleri” ve ellerini taşın altına sokarak eşit yük paylaşımına katkı sağlamaları kararının arka planı budur. Halen 29 üyenin sadece beşinin bu kriteri tutturabildiğini hatırlatalım. Trump’ın Almanya başta olmak üzere Avrupalı müttefiklerine bu denli baskı yapması ve zorlaması, Asya Pivot stratejisinin sürdürüldüğünün ispatıdır. Yeri gelmişken belirtelim, gözden kaçmasın. ABD’nin Asya Pivot stratejisi ile çevreleme hamlesine Çin’in cevabı Tek kuşak Tek yol (OBOR) projesi olmuştur. Esasen Çin, askeri karakteri ağır basan ABD hamlesine ekonomik bir cevap vermiştir.

Peki ABD’nin Ortadoğu’daki varlığını azaltması ile doğabilecek olası boşluk nasıl telafi edilecekti? Öncelikle bölge yeniden dizayn edilmeli ve uzun soluklu, çözülemeyecek sorunlar yaratılmalıydı. Zira istikrarsızlaştırılan bölgelerin kontrol edilmesi ya da proxy/vekil devletler aracılığı ile idare edilmesi daha kolay ve masrafsızdı, tıpkı Yugoslavya’nın parçalara ayrılması gibi. Büyük Ortadoğu projesi bu bakımdan önemlidir, Asya Pivot stratejisi ile ilintili olup tamamlayıcı bir görüntü sergiler. Sonradan Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi’ne evrilen bu strateji ile bölgenin yeniden kurgulanması hedeflenmiştir. Ülkelerin yönetimleri, sınırları değiştirilmiş, din ve mezhep ayrımları körüklenmiştir. Günümüzde süreç hâlâ devam etmektedir. İsrail’in bekasını önceleyen bu yaklaşımda İran, önemli ve nihai hedef olarak merkeze konumlandırılmıştır.…

Köklü ve kurumsal geleneğe sahip devletler
Foucault sarkacına benzer

ABD’nin Asya Pivot stratejisi beklenmeyen bir aktörün sahaya vaktinden önce inmesine neden oldu, Rusya…. Hep söylüyor ve ısrarla belirtiyoruz, köklü ve kurumsal geleneğe sahip devletler “Foucault sarkacına” benzerler. Bir köşede kalmaz, dibe vurmazlar. Öyle ya da böyle toparlanır, istikrar bulur, eski güçlerine kavuşurlar. Soğuk Savaş sonrası dönemde gerileyen ve kendisini restorasyona tabi tutan SSCB’nin bakiyesi Rusya’nın hızlı ve beklenmedik ayağa kalkışının nedeni, imparatorluk geleneğinden gelmesidir. Rus devlet aklı ABD’nin jeopolitik açmazlarını görmüş, hantal, bürokratik ve statükocu geleneksel Sovyet doktrinlerini süratle terk etmiş, Libya’da yapılan hatayı tekrarlamamış, Çin ile el sıkışmıştır. Ayağının yere sağlam bastığını test eden bu vesileyle Suriye krizinde, 2015 yılında fiilen sahaya inen Rusya, sert gücünü kullanmaktan imtina etmemiş, iki bilinmeyenli Ortadoğu denklemini çok boyutlu yapıya evirmiştir. Rusya’nın bu agresif hamlesine ABD’nin tepki göstermemesi öteden beri birçok komplo teorisine malzeme olmuştur.

Bu hadise, küresel optikten bakıldığında jeostratejik seviyede bir dönüm noktasıdır. Restorasyon sürecinde ekonomisini enerji geliri ile kısmen düzelten Rusya, askeri gücünü toparlamış, modernize etmiş ve devletin özgül ağırlığını yükseltmiştir. Bu dönemde tarihsel rakip Rusya ve Çin’in, geçmiş sorunları ve anlaşmazlıkları buzdolabına koyup ABD’ye karşı ortak hareket etme kararı aldıklarını görüyoruz ki, bu durum ziyadesiyle konjonktüreldir. Bakınız Rus siyasetinde ve Putin’in devlet aklında etkin olan Avrasya akımına göre Çin, Rusya’nın her daim rakibidir. Üstelik Rusya’nın bölgede Çin’e karşı Japonya ile işbirliği yapması dahi önerilir. Ayrıca İran, Ortadoğu’da Rusya için önemli bir partner olarak öne çıkarılır.

Bu noktada bir parantez açalım…. Bakınız ABD’nin Asya-Pivot politikası sonrası Ortadoğu’daki varlığını azaltacağını gören ve bu bölgede hegemonya tesis etmek için rol peşinde koşan bir diğer aktör de Türkiye olmuştur. Ahmet Davutoğlu tarafından gündeme getirilen ve uygulanan “stratejik derinlik” teorisinin dayanak noktası budur. Mesele başlı başına ayrı bir yazı konusu olmakla birlikte, kısaca temas edelim. ABD’nin boşalttığı mevzilerde ABD ve İsrail ile uyumlu bir şekilde yerleşmek ve büyümek. Elbette fiyasko ile sonuçlanan bu strateji ülkemizi uçurumun kenarına getirmiş, büyüyelim derken küçülme tehlikesi ile belirmiş, nihayetinde devlet aklı Mayıs 2016’da fabrika ayarlarına dönmek zorunda kalmıştır. O dönemde yapılan hataların bedelini günümüzde Suriye, Mısır, Libya, Irak, Doğu Akdeniz ve terörle mücadele başlıklarında ödemeye devam ettiğimizi hatırlatarak parantezi kapatalım.

Ve tekrar konuya dönelim. ABD’nin Çin ve Rusya ile aynı anda mücadele ve rekabet etmesi pratikte sürdürülebilir değil. Bu nedenle Çin ile Rusya’nın ayrıştırılması ABD’nin menfaatine bir gelişmedir. Burada elbette Hindistan faktörü de dikkate alınmalıdır. Tümü ŞİÖ üyesi bu ülkelerin daha ne kadar bir arada kalabileceği cevabını bekleyen önemli bir sorudur. Çin-Pakistan ile Rusya-Hindistan birlikteliklerinin rekabeti şimdilik karşılıklı fayda çıkar temelinde askıdadır. Çin ile Rusya’nın konjonktürel işbirliği sonucu Hindistan ve Pakistan’ın aynı anda ŞİÖ’ye girmeleri aslında büyük bir başarıdır. Bugüne döndüğümüzde ise her ne kadar genel beklenti soğuk savaşın tekrar yaşanacağı şeklinde olsa da ABD’nin küresel düzlemin odağına koyduğu İran krizi sonrası meydana gelen gelişmeler ezber bozmaya başlamıştır.

Son olarak -teyit edilmemekle birlikte- Putin’in, ABD ile olan gerilimde İran’ı desteklemeyebileceklerini ima etmesi dikkat çekici bir gelişme. Ortadoğu’da kendisine öncelikli partner olarak İran’ı gören Rusya’nın bu istikametteki olası bir hamlesi ABD ile ilişkileri düzeltmek üzere taktik bir manevra olarak görülebilir ya da son dönemde Rusya’nın ikaz ve telkinlerine karşın başta nükleer anlaşmalar olmak üzere dış politikasında söz dinlemeyen ve Çin’e fazlasıyla yaslanan İran’ın hizaya getirilmesi de söz konusu olabilir. Kesin olan şu, uluslararası diplomatik ortam bir hayli gergin ve hareketli ve tabii kartlar yeniden karılıyor. Bu nedenle Pompeo’nun Rusya ziyareti bazı soruların cevabını bulmamız bakımından önemli.

Rusya-ABD ilişkilerinde bahar havası olası mı?
Rusya’yı ilk kez ziyaret eden Pompeo, mayıs ayının ortasında önce Soçi’de Lavrov’la bir araya geldi. Lavrov, görüşmenin samimi ve faydalı olduğunu belirterek, ABD’li mevkidaşı Pompeo ile ikili ilişkilerin normalleşmesi yönünde adım atma ve diyalog kanallarını yeniden açma konusunda anlaştıklarını söyledi ve tüm aktörleri şaşırttı. Aslında odaklanılması gereken argüman Lavrov’un, Rusya ve ABD arasındaki gerilimin, dünyadaki genel durumu kaçınılmaz olarak olumsuz etkilediğini belirtmesi ve bu durumu düzeltmek için somut adımlar atma konusunda fikir birliğinin sağlandığını açıklaması oldu. Rusya ve ABD arasında ünlü siyasetçiler, eski askerler, diplomatlardan oluşan “Bilirkişi Grubu” ile iki ülkeden önde gelen iş insanlarının yer alacağı “İş Konseyi” kurulması teklifleri bu perspektifte gündeme geldi. Ayrıca, 1933’te ABD’nin inisiyatifiyle Roosevelt ve Litvinov’un karşılıklı notalar vererek, birbirilerinin iç siyasi meselelerine müdahale etmemeyi taahhüt etmeleri meselesinin gündeme getirilmesi ve Rusya tarafından benzer nota paylaşımı inisiyatifinin önerilmesi de not edilmesi gereken bir gelişme.
Devamında Putin’in, Pompeo ile görüşmesinin ardından ilişkilerin yeniden iyileşmesini umduğunu belirtmesinin, karşılıklı ilgi alanlarındaki konuları ortaklaşa çözmenin ve ilişkilerin eski düzeye getirilmesini her iki tarafın istediğinin ifade edilmesi, iki ülke arasındaki buzların erimesi olarak yorumlandı. Gelinen noktada Rusya ile ABD arasında -şimdilik- ortak bir sinerji tesis ettiği ve stratejik istikrarın korunması alanında işbirliği yapılabileceği anlaşılıyor. Putin’in “Biz ABD ile Kuzey Kore, Afganistan konusunda, ayrıca diğer konularda işbirliği yapabiliriz, ayrıca stratejik diyalog hakkında da görüşebiliriz. Bundan tüm dünyanın kazançlı çıkabileceği şekilde tüm bu konuları ele alabiliriz” açıklamasının batı medyasında manşet olmasına şaşmamak gerek. Bu iddialı argümanlar ile Rusya’nın kendisini ABD ile denklemek istediği de görülüyor.

Bakınız strateji bilimi tarih ve coğrafya bilgisi gerektirir. Israrla vurguluyoruz, tarih birçok sorunun cevabını verir. Şu bir gerçek, Soğuk Savaş Dönemi’nde bile Çin’in, ABD’ye karşı Rusya’nın yanında durmadığı, hatta daha tehlikeli bir rakip olarak gördüğü bilinir. Bu iki devlet bölgelerinde her daim rakip olmuş, menfaat çatışması yaşamıştır.

Tek kutuplu dünya düzenine karşı Çin ve Rusya, ABD’nin hegemonyasını sınırlamak ortak amacı üzerinde mutabakat sağlamışlardır. Zira, ABD’nin NATO’nun sınırlarını Rusya’ya kadar genişletmesi ve Çin’i Asya-Pasifik’te kuşatmaya çalışması bu iki gücü ortak paydada buluşturmuştur. Ancak şunu unutmayalım, Çin yakın geleceğin küresel gücü olmaya aday ve ekonomisi, yumuşak gücü, artan askeri kapasitesi ile ayrıca Rusya’nın Asya’daki toprakları üzerinde de büyük bir etkiye sahip. Bu durum kaçınılmaz olarak Rusya’yı etkilemektedir. Bu nedenle Rusya’nın ABD ile yakınlaşması senaryolarına bu arka plan çerçevesinde bakmak uygun olur. Nitekim ABD’nin Çin’le sürdürdüğü ticaret savaşları, Asya-Pasifik Bölgesi ile Ortadoğu’daki çıkar çatışmaları, ihtimâl ABD ile Rusya’yı yakınlaştırabilir.
Tam bu noktada Pompeo’nun Rusya ziyaretinden hemen sonra Washington merkezli analiz dergisi The National Interest’te (NI) yayınlanan bir makalede, Rusya ve ABD’nin dünyayı etki alanlarına ayırıp bunlara uymaları halinde aralarındaki ilişkide gerilimin derecesini düşürebileceklerinin yazılması dikkat çekici bir gelişme ve elbette tesadüf değil. Zamanlama manidâr. ABD’nin, Rusya’nın Venezüela’da Maduro’ya verdiği destekten büyük bir memnuniyetsizlik duyduğu önceleyen yazıda, Maduro’nun bu destek olmadan iktidarda kalamayacağı işleniyor. Washington’un Monroe Doktrini’nden bu yana tüm Batı yarım küreyi etkisi altında tutmaya çalıştığı, Moskova’nın ise eylemleriyle adeta bu doktrine meydan okuduğu ileri sürülüyor.

ABD’nin Rusya’nın etki alanlarına çok daha büyük çapta müdahale ettiğine temas edilen yazıda NATO üyesi olan Baltık ülkeleri ve “İttifak’a üye olması teklif edilen” Ukrayna ve Gürcistan’ın gerilime neden olduğu, ayrıca Doğu Avrupa ve Karadeniz’deki askeri tatbikatların artışının ve Rusya’nın etrafındaki ABD askerlerinin sayısının çoğalmasının gerilimi artırdığı belirtiliyor. Moskova’nın Maduro’ya verdiği desteğin, NATO’nun genişleme politikasına ve ABD’nin Avrupa’da yaptıklarına bir tür karşılık olduğu savunuluyor. Ancak yazıda dikkat çeken nokta; ABD ile Rusya arasında uzlaşmaya varılmasını sağlayacak bir senaryonun önerilmesi.

ABD ile Rusya’nın etki alanlarını bölüşmesi (!)
Tarafların etki alanlarını bölmesi gerektiği görüşünü öneren yazıda, ABD’nin Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya alınması için çabalamayacağını göstermesi, ayrıca Ukrayna ve Gürcistan ile her türlü askeri bağını sonlandırması, Doğu Avrupa’yla Karadeniz’de askerlerini konuşlandırmaya son vermesi gerektiği belirtiliyor. Sonuçta; ABD’nin bu bölgede Rusya’nın etki alanına uyması ve kabullenmesi öneriliyor. Buna karşın Rusya’nın ise; ABD’nin arka bahçesi olan Latin Amerika’da Venezüela ve Küba’ya verdiği desteği kesmesi, ayrıca, Nikaragua’daki solcu hükümetle tüm temaslarını sonlandırması, diğer bir deyişle; Batı yarımküredeki varlığını genişletmeye bir son vermesi gerektiği ifade ediliyor. Adı üzerinde senaryo ve eksiklikleri var; Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’den bahsedilmemesi, Asya Pasifik bölgesine temas edilmemesi de ilginç ama yine dikkate alınmalı ve nitekim National Interest sıradan bir dergi değil.

Bakınız İran özelinde ABD’nin hareket noktası ve önceliği elbette İran’ın nükleer programı değil. İran meselesi, İsrail’in bekasının tesisinin yanı sıra, Çin’i ve onun Tek kuşak Tek yol projesini ilgilendiriyor. Konunun enerji jeopolitiği boyutu da önemli zira, Çin için İran petrolü hayati önemde ve Çin ile İran arasındaki petrol ticareti bir süredir ABD Doları ile yapılmıyor. Sözün özü; İran meselesi, ABD ile Çin arasındaki bir bilek güreşi. Nitekim Çin Dışişleri Bakanı Vang Yi’nin mayıs ayı ortasında Pekin’de temaslarda bulunan İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif ile yaptığı görüşmede, Çin ve İran’ın kapsamlı stratejik ortak olduğunu, mevcut uluslararası ve bölgesel şartların hızla evrildiği günümüzde iki ülke arasındaki koordinasyonun güçlendirilmesi gerektiğini söylemesi Çin’in net olarak pozisyonunu ortaya koyuyor. Çin ile çok taraflı koordinasyonu güçlendirmeye ve ikili çıkarları korumak için çaba harcamaya hazır olduklarını kaydeden Zarif’in, Tek Kuşak Tek Yol çerçevesinde Pekin hükümetiyle pragmatik iş birliğini güçlendirmek istediklerini vurgulaması ise dikkate alınmalı.

Bu noktada belirleyici kriter Rusya’nın tutumu olacak. Rusya’nın İran’a desteğini çekmesi mevcut konjonktürde ve pratikte akla yatkın değil ama yukarıda belirttik, bir olasılık. Ve strateji biliminde tüm olasılıklar dikkate alınır. Kıssadan hisse, ülkelerin jeopolitik çıkarları kimi yerde örtüşürken kimi yerde çatışabilir. Türkiye ise meydana gelebilecek gelişmelerden, küresel aktörlerin hamlelerinden ve değişebilecek jeopolitik önceliklerinden kaçınılmaz olarak etkilenecektir. Nitekim içinde bulunduğu açmazlar, ABD ve Rusya ile ilişkileri Türkiye’yi sıkıştırıyor ve bir tercih yapmaya zorluyor. Bir tercih yapılmazsa tarafımıza dayatılacak, burası kesin.

Öyleyse geleceğe yönelik bir projeksiyon yaparak komplo teorilerine taşmadan öngörülerde bulunalım. Karadeniz, Rusya’nın yumuşak karnı ve yaşam sahası. Bu nedenle Rusya, Kırım’ı ilhakının kabul edilmesi karşılığında Ukrayna özelinde taviz verebilir. Karadeniz’in gerilimlerden uzak tutulması, askerileştirilmemesi ve Montrö Türk Boğazları Sözleşmesi’ne saygı duyulması kriterlerini ortaya koyabilir, karşılığında Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’nun dışında tutulmasını pazarlık konusu yapabilir. Bu taleplerinin kabul edilmesi durumunda ABD ile başta Suriye olmak üzere hemen her konuyu müzakere edebilir hatta anlayış birliği tesis edebilir. Elbette bu gelişmeler Rusya ile Çin’in arasını açabilir ve Rusya’nın yönünü Çin’den Hindistan’a çevirebilir. Almanya başta olmak üzere Avrupa ile Çin arasında ilişkilerin geliştiği bir ortamda Rusya ile ABD’nin olası yakınlaşması hadiseyi bambaşka boyutlara evirebilir. Ve bu noktada ülkemizi tam bir açmaza sürükleyebilir. Sürdürülen sözde denge politikamız da iflas edebilir. Bu nedenle öngörülü ve aklıselim hareket etmeliyiz. Bakınız sürekli vurguluyoruz, Türkiye için ABD’nin alternatifi Rusya olmamalı, keza Rusya’nın alternatifi de ABD… Türkiye milli çıkarları kapsamında tüm aktörlerle işbirliği yapabilmeli ve yapmalı, lakin her daim kendi gücüne dayanmalı. Son dönemde Batı ile arasına mesafe koyan ve Rusya ile yakınlaşan Türkiye, küresel düzlemde dinamik işleyen süreci ve gelişmeleri doğru okuyamaz, meseleye analitik ve bütüncül yaklaşamazsa “Capgras Sendromu”na yakalanabilir(*). Bizden söylemesi…..
(*) Capgras Sendromu; yakın bir arkadaşın, eşin, anne-babanın ya da başka bir aile üyesinin değiştiğini düşünmeye neden olan bir hastalıktır. Değişimden kasıt aynı görünümlü (ikiz) başka birinin o kişinin yerini aldığının düşünülmesidir. Esasen bu sanrı şizofreni, demans veya beyin hasarı olan hastalarda görülür.

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın