Metin Kalkavan: ‘Şövalye ruhuyla mücadele etmek istiyorum, pusu ruhuyla değil!’

Yeşim Yeliz Egeli

yesimegeli@marinedealnews.com

Röportaj: Yeşim Yeliz Egeli

İMEAK Deniz Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Metin Kalkavan, kasım ayında yapılacak seçimlerle ilgili MarineDeal News gazetesine özel açıklamalarda bulundu

-2013 yılındaki birlik bozuldu, sektör rahatsız, ‘keşke böyle olmasaydı’ diyen sayısı çok… Değişen nedir?
2013 yılındaki ekip o zaman niye biraraya geldiyse şimdi de aynı ruhla bir arada. Ayrılan 2 kişi oldu.
Keşke olmasaydı diyenlere saygı duyuyorum, ancak ben öyle düşünmüyorum. Her birey özgürce kendi seçimini yapıyor. Seçim için kendi kararını alıyor. Açıkça belirteyim kimseye kızmıyorum, sadece bazen üzülüyorum. Belli bir olgunluğa gelmiş insanlarız. Belli gerekçeler dahilinde belli kararlar alıp uygulamaya koyuyoruz. ‘Her şer’de bir hayır vardır’ felsefesini benimsemiş bir insan olarak, hiçbir olayı sürpriz veya anormal olarak karşılamıyorum. Ve keşke olmasaydı da demiyorum. Olaya şu açıdan bakmak lazım: Sektör içinde mutlaka belli bölünmeler olabilir, belli negatif etkileri olacaktır ama pozitif etkileri de olacaktır. Dolayısıyla, bazı şeyler kaçınılmazdır, olacak olanı belli zaman ötelersiniz veya geciktirirsiniz, ancak olacak olan kaçınılmazdır!

Denizcilikte bu fay kırılması bir gün yaşanacaktı. Yaşanmak zorundaydı. Bu seçimin sonuçları ne türlü tezahür ederse etsin, bence denizcilik sektörü adına sonuçları iyi olacak. Bir tek noktanın altını çizmek istiyorum. Belli değerlere bağlı kalarak, ülke menfaati için yapacağımız bu seçim mücadelesinde, kavgasız, gürültüsüz, kurumsal etik ve ahlâki; bizi biz yapan manevi değerlere bağlı kalırsak denizcilik sektörü kazançlı çıkacaktır. Ve ben 2013 yılında temelde nerede duruyorsam hâlâ oradayım. Bunu benimseyen, içsel demokrasiye inanan ilkeli insanlarla yola çok daha güçlü devam edeceğiz. Buna inanın.

-Tamer Kıran’ın adaylığını açıklaması sizi nasıl etkiledi?
Son Meclis sabahı ofisimde seçimler üzerine sohbet ettik, belli konular vardı, konuştuk. “Ben bir gidip düşüneyim Abi…” dedi. Aynı gün, Başkan adayı olacağı kararını önce bana söyledi, sonra Meclis’te benden bir önce çıkıp kararını Meclis üyelerimize açıkladı. Dolayısıyla ben, kendisi fikrini kamuoyuna açıklamadan önce bu kararını biliyordum. Açıkçası insanlar bir konuda kararını açıkladıktan sonra ikna etmek gibi bir tavrım olamaz. Sadece; ‘İyi düşündün mü?’ diye sorar, akabinde de ‘Hayırlı olsun, yolun açık olsun!’ derim. İkna etmeye çalışmadım. Başka bir söylemim de niyetim de olmadı, olamaz. Ancak gurur duyarım, benim yetiştirdiğim bir kardeşim, yolu açık olsun.

-Gelişen olaylar karşısında sakinliğiniz, olayları kabullenişinizdeki bu vakur tavrınızı nasıl açıklarsınız?  Kendinizi anlatmıyor, insanların sizi anlamasını bekliyorsunuz, bu nasıl olacak?

Hayata bakış açım farklı, insanların kararlarına saygı göstermeye çalışıyorum ve saygı gösteriyorum. Aldıkları kararların sonuçlarına katlanacak olanlar kendileri değil mi? Kendileri. Bu artı yönde seyreder, eksi yönde seyreder. Hayatı keşkelerle yaşamak çok da doğru değil. Bazı şeylerin zamanı gelir, bir karar verirsiniz. Ve yine zamandır, o kararınızın doğru mu yanlış mı olduğunu ortaya çıkartan. Bizi insan yapan da bu, hata yapacağız ki tecrübe edelim…

-Son 4 yıllık döneminiz sizce verimli geçti mi?

Bu sorunuza şimdilik cevap vermeyeyim, bu yöndeki görüşlerimi Oda’da açıklamak istiyorum. Dört yıl önce yaptığımız sohbetin bir devamı olarak görelim bu söyleşiyi… O zaman da size röportaj vermiştim, şimdi de size veriyorum. Şu anda iktidara talip olan grup neyi yapmadığımızı bir söylesin, bir duyalım bakalım. Biz zaten zamanı geldiğinde neleri yapabildiğimizi, neleri ne sebeple yapamadığımızı, neleri başardığımızı söyleyeceğiz. Kimin nasıl çalışıp kimin çalışmadığını da kamuoyunun takdirine bırakacağız. O vakit geldiğinizde de sorularınızı samimiyetle yanıtlayacağım ama şimdi değil. Tek istediğim icraatın, bilginin, zekanın çarpıştığı, maneviyatı ve seviyesi yüksek bir seçim olmasıdır.

-Kimseye danışmadan adaylığınızı tekrardan açıklamanız bazı kişilerden tepkiler aldı, ancak merak ettiğim neden yeniden aday olduğunuz? Aday olmak durumunda mı kaldınız?

Başkanların adaylığını kimseye açıklamasına gerek yoktur. Başkan başkandır ta ki ben artık aday değilim veya istifa edeceğim diyene kadar. Kanunlarımız izin veriyorsa, bu çerçevede Başkan olan kişi, özgür iradesiyle bu kararını yineleyebilir. İki dönem başkanlık yapmamıza müsade eden TOBB Kanunu değişmeden evvel 1 Temmuz 2012’de çıkıp başkanlığa veda konuşması yapmıştım. Sonra 24 Kasım’da Salih Bey’in (Çakır) adaylığını açıklaması olayı farklı bir yere götürdü. 5 Ocak’taki Anayasa Mahkemesi’nin aldığı yeni Kanun ile önüm açıldıktan sonra ocak sonu yeniden Başkan olacağımı açıkladım. Ondan sonra iddia edildiği gibi ‘Bir dönem yapıp sonra aday olmayacağım,’ diye bir beyanım olmadı. Aday olmadığımı söylediğim; 1 Temmuz 2012 gecesidir. Ancak şimdi, yine bu yönde beyan vermişim gibi belli kişiler ısrarla bunu kullanılıyorlar. Ancak bu doğru değil.

Aday olan bir kişi, yönetim kuruluna; ‘Ben başkan olmak istiyorum, ne diyorsunuz?’ diye sorar mı, işin ruhuna aykırı, neticede bu benim kişisel kararımdır. Aynı şekilde bir kişinin çıkıp da; ‘Sen başkan olma Ahmet olsun, Ayşe olsun…’ şeklinde tartışması da kabul edilemez. Benim yönetim anlayışımda böyle bir durum tartışılamaz, kişi isterse adaylığını özgür iradesiyle açıklar, görevi bırakacaksa da ‘bırakacağım’ diye yine kendi açıklar. Ben şimdi o kişinin bu kişinin dayatması ile değil, özgür irademle kendi adaylığımı açıklıyorum, ben açıkladığım gibi başka biri veya birileri de aday olabilir, buna, ne benim ne de başkasının bir diyeceği olamaz, olmamalı. Hal böyleyken, işte tam da bu noktada, klasik, bir o kadar da paslı olan bu anlayışı artık değiştirmek istiyorum. İsteyen aday olur isteyen olmaz. O kadar.

-Oda konuşmanızda “Ben Devletçiyim” dediniz, neye vurgu yapmak istediniz?

Devletimizin, denizciliğimizin kurucu ve tanımlayıcı yapısındaki felsefeye bir bakalım. Ne der Mustafa Kemal Atatürk; “En güzel coğrafi konumda ve üç tarafı denizle çevrili olan Türkiye; endüstrisi, ticareti ve sporu ile en ileri denizci ulus yetiştirmek yeteneğindedir. Bu yetenekten yararlanmalıyız. Denizciliği Türk’ün büyük milli ülküsü olarak düşünmeli ve bunu en kısa zamanda başarmalıyız. Ekonomik kalkınma, Türkiye’nin, hür, bağımsız, her zaman daha güçlü ve her zaman daha müreffeh bir Türkiye idealinin bel kemiğidir. Türkiye bu kalkınmada; iki büyük güç kaynağına dayanmaktadır.  Toprağımızın iklimi, zenginlikleri ve başlı başına bir varlık olan coğrafi durumu ve bir de, Türk Milletinin, silah kadar, makine de tutmaya yaraşan güçlü eli ve milli olduğuna inandığı işlerde ve zamanlarda, tarihin akışını değiştiren kahramanlıklar ortaya çıkaran yüksek sosyal benlik duygusu…”

Asırlardır nesillerle süregelen işte bu güçtür benim benliğime işleyen. Devletimizin, Milletimizin eğitim ve ekonomik durumu ne olursa olsun, her bireyi için bu değerleri ayrı ayrı ve de bir bütün olarak kalkındırmak asli görevimiz, en küçükten en büyüğe yüksek kaliteye çıkartacak gücümüz de var isteğimiz de. Yeter ki bu vizyona her şartta sahip çıkabilelim. Sektörel politikalarımız günü ve kişiyi kurtarmak için olmamalı, kişiyi değil bütünün faydasını gözetmeliyiz, uzun vadede her nesile, hepimize hitap edecek güçlü bir sistem geliştirmeliyiz. Bu kurumsal sistemi sektörümüzde kurmak idealimi özetlemek istedim. Ben Devletçiyim, ülkemi milletimi seviyorum.

-Bir önceki 2013 seçiminde en çok tartışılan iki başlık vardı. Biri, muhalif olarak çıkan gruba Oda yönetimini teslim etmemek. Diğeri, Piri Reis Üniversitesi yatırımının sekteye uğrama riski. Ya bugün?

Doğru. O dönem çok nettik. Bugün de aynı şeffaflıktayız. O gün haklı olduğumuz bugün de çok açık değil mi? O dönem biz sektör olarak o seçimi kaybetseydik, sektörde neler olacaktı? Bugün kimlerin nerede olacağını ülkece hep beraber görüp yaşamadık mı? Bu tehlike geçti mi? Bir tavsiye niteliğinde söylüyorum, herkesin iyi düşünmesi ve rehavete kapılmaması gerekir. Ülkece hata yapma lüksümüzün olmadığı ciddi bir dönemden geçiyoruz.

-En çok tartışılan, Aile meselenizin neden Oda’ya yansıdığı yönünde, neden yansıttınız?

Onu yansıtan kişi ben değilim. Bu meseleyi onu bulaştırana sormak lazım: “Niye bulaştırdın?” diye… Bunlar özel meselelerdir ve Oda’nın gündemine yansıtılması doğru değildir. Dikkat ettiyseniz yorum bile yapmadım.

-Kamuoyunun yıllardır diline pelesenk “Oda’yı kendi çiftlikleri gibi yönetiyorlar,” görüşü bu telefon konuşması ile güçlendi mi, bu söylem sizi nasıl etkiledi?

Buna sebep ben değilim. Ben tam da bunun tersini inşa etmeye çabalıyorum. Valla insanların esasında kaçırdığı şu: Yönetim Kurulu Başkanlığı, yeni meclis, yeni meclis başkanlığı, yeni yönetim kurulu. Yarış bu, öyle değil mi? Konu bireyi değerlemek iken odağından kayarak çok farklı yerlere özellikle götürülüyor veya gidiyor.

Beni değer bulursunuz seçersiniz, değer bulmazsınız seçmezsiniz. Yaptıklarımla, yapacaklarımla, potansiyellerimle, duruşumla, karakterimle, eğitimimle… Devlet ile olan ilişkimdeki tecrübemle, bir sürü parametresi vardır. İnsan oluşumla, olmayışımla, kabalığımla, dürüstlüğümle, bir sürü sıfat, nitelik ve nicelik var ortada. Bence bu parametreler ışığında en başta yapılması gereken, doğru değerlemenin yapılmasıyken, ‘koltukta çok mu kaldı, az mı kaldı…’ üzerinden görüş beyan edilmesi altında yatan sebep, bunu isteyen kişinin koltuk sevdasından mı, yoksa ülkeye, sektöre hizmet sevdasından mı? Herkes elini vicdanına koyup söylesin. Eğer bir performans değerlemesi yapılacaksa ‘15 sene kaldın, yeter.’ şeklinde olmamalı. İcraatımla ilgili olmalı. Kanun bana bu hakkı verdiyse bu hakkımı kullanmak en doğal hakkımdır. Takdir elbette üyelerimizin.

-Neden yeniden Başkan olmak istediniz, 15 yıl yormadı mı?

Yorulmadım, yorulmam da, çalışmayı, üretmeyi seviyorum. Sağlıklıyım. Dinçim. Tecrübeliyim. Ülkeme hizmet etmekten keyif alıyorum.

Bakın aslında, 15 yıl hadisesi değil mevzu. 8 yıl üniversite açabilme izniyle ilgili kanun çıksın diye uğraşımızla geçti. Görevi devralmak, sektörü düzenlemek, özetle doğru işler için düzgün bir sistem kurmakla geçti. Onlarca sektörel aktivite, etkinlik, İdari ziyaretler, toplantılar, seminerler, ve daha yüzlercesi. İki dönem sonrası neden aday olduğumu söyledim: O zihniyete Oda’yı teslim etme durumum olamazdı. Bu sefer de, esas nedenler öncekinden pek farklı değil, Üniversite de bu unsurlardan biridir. Tüm bunlardan ayrı özel bir yeri vardır. Nedenine gelirsek; Üniversite henüz kendi ayakları üzerinde durmayı başaramamış durumda. Devam eden, yeni yapacağımız belli yatırımlarımız var, yarım bırakamayız. Bunların arasında gençler için hayati önemde olan başta yurt gibi önceliklerimiz tamamlanmadı. Üniversite, tartışmasız Deniz Ticaret Odası’nın yaptığı en anlamlı proje. Herkese nasip olmayanı Allah bize nasip etti. Ülkemize, sektörümüze değerli bir kazanıma vesile olduk. Ekip olarak yaptık. Piri Reis Üniversitesi, Oda üyemiz olan 8250 şirket ile Türk Denizcilik Eğitim Vakfı’nın manevi desteği ile kurulmuştur. Dünyada bu alanda kurulmuş üniversitelerde bir ilktir. Üniversitenin kurulmasında  görünmez kahramanlarımız var. Birçok kişinin burada emeği var. İşte bu kişiler içinden bazı isimleri PRU Mezuniyet töreninde ayırdım, ayırırım: Süalp Bey (Ürkmez), PRU Kurucu Rektörümüz Osman Kamil Sağ, Rıdvan Bey (Kartal), Halim Bey (Mete), Erol Bey (Yücel), daha sayacağımız onlarca değerli isim vardır. Ancak içlerinden bu isimler kurulmadan önce ve sonrasında bilfiil tüm maneviyatıyla çalıştı. Bunu da takdir etmek lazım.

-Nedir bu üniversite aşkınız? Hakkınızda onlarca eleştiriye sebep oluyor, kızmıyor musunuz?

Eğitim tutkusu diyelim. Ülkemize bir eser bırakma ideali diyelim ya da babamın yıllar önceki hayali bana nasip oldu diyelim. Ama şunu mutlaka yazın; bu ideal için iğneyle kuyu kazdık, hiç kolay olmadı. Kararlılıkla meydana getirdik, şimdi eksikleri tamamlayacağız. Bu bir süreç.

Hayata şöyle bakmak lazım. İnsanlar beni kızdırdığını sanıyor, hakikaten kızmıyorum. Ne yaparlarsa yapsınlar, kızmıyorum. Çok güzel bir şey sordunuz: “Neden kabuliyetçisiniz?” diye… Ben diyorum ki ne yaparsan yap; sen sensin ben benim. Ben şövalye ruhuyla mücadele etmek istiyorum, pusu ruhuyla mücadele etmek istemiyorum! Önce söyle, bende sana cevap vereyim diyorum. Buyur söyle, neyle mücadele etmek istediğini, ne için mücadele vermek istediğini. Ancak şartları koyalım. O şartların ve o minderin dışına çıkmayalım. Bu kadar netim.

Oda başkanı olduktan sonra sektörümüze hakikaten çok büyük değerler kattım, devrim niteliğindedir. Gelenekleri sağlam, kendi içindeki dinamikleri çokkültürlü bir sektörü, iç ve dış onlarca unsuru ile hayalini kurduğun kaliteli bir sisteme entegre etmek, zihniyeti değiştirmek üstelik değerlerini koruyarak doğrudan ayrılmadan bunu yapmak, inanın hiç kolay değil. Fakat gördüğünüz gibi azmedince oluyor. Yeter ki niyetiniz iyi olsun. Ülkenin denizcilikte gelişimi için onlarca projem(iz) var, bu güzel ülkeye hepimizin ömür boyu borcu var! Yaşadığımız müddetçe ödeyeceğiz.

-Nedir bu devrimler?

En önemlisi; zihniyet devrimi yaptım: Oda’da herkes özgürce konuşabiliyorsa, masaların üzerinden atlanmıyorsa, kimse dövülmüyorsa, şimdi aday olan kişi alkışlanıyorsa… Yoktu bunlar, mümkün değildi! Adaysın diye ambargolar uygulanıyorsa, küfür kıyamet kopuyorsa… Bak yıllardır kavga edenler şimdi kol kola… Demek ki başarı var. Daha saymayayım… Düşünsel ve içsel demokrasi devrimini biz yaptık. Bu noktaya gelmek uzun zaman aldı, bu değişimi yaşama geçirmek öyle sanıldığı gibi kolay olmadı. O kadar büyük örnekler var ki… Ha o kişileri yadırgamıyorum, her dönem kendi içinde ele alınmalıdır, klasik anlayışla bu şekilde yönetmeye alışmışlar, ama benim böyle bir anlayışım olamaz. Oldukça şeffaf, rekabetten çok büyük keyif alan, üstelik yarışmayı seven bir mizaca sahibim. Rakiplerime çok büyük saygı duyarım, bununla kalmaz, severim de. Gidin futbol camiasına sorun. Antrenörünü göndermeyip, kendi giden ilk kulüp başkanı benim. İlkleri yapmak çok keyiflidir.

-Siz yarışmaktan keyif alıyorsunuz; peki size inanıp, sizin liderliğinizde yola devam edenler size inansınlar mı, kazanabilecekler mi, bu seçimde hedefiniz nedir?

Bizim için kazanmak bir hedef. Esas amaç doğru olanı yapmak. Doğruları uygulayarak yarışmaktır. Doğru olanı yapmaktan vazgeçmemektir. Kazanmak, kaybetmek bir sonuçtur. “Vur, kır, parçala. Bu maçı kazan!” Bu bir slogandır ama içinde her şey vardır ve aslında der ki, kazanmak için her şey mubahtır. Biz ne bu zihniyetteyiz, ne de bunu uygulayan olabiliriz. Etik değerlere sahip çıkacaksın, adam gibi yarışacaksın! Böyle yarışmak faydalıdır ve insanı geliştirir. Topluma da büyük katkı sağlar. Diğer türlüsü tehlikelidir, kazanmayı salt amaç olarak gördüğün zaman kötüye alet olmaya açık olursun.

Özetle benim için samimiyet, içtenlik önemli. Ben beyana büyük önem veririm. Beyanı esas alırım. Yüzüme karşı konuşulmasına değer veririm ve aynı samimiyetle karşılık veririm. Kazanmak için her yol mubah zihniyetini çok yanlış buluyorum.

-Yönetim kurulunuzda fire verdiniz, sizce neden yeni dönemde başkan olmanızı istemediler?

Benden şu an ayrılan 2 kişi var. 11 kişinin dokuzu benimle beraber. O iki kişiye sormak lazım. Biri Şadan Hanım’dı (Kaptanoğlu). İkincisi de Tamer Bey (Kıran) oldu. O da kendisi aday olmak için ayrılmıştır. Gayet doğal bir haktır. Dolayısıyla benimle beraber yola çıkan kişilerden, “Biz Tamer’i destekliyoruz veya Şadan’ı destekliyoruz” diyen bir kişi henüz olmadı.

-Her seçimde önünüze sunulan bir konu var. Sizi seven sevmeyen herkesin o nedenle veya bu nedenle ortak görüşü: Sefer Bey. Neden ayak diretip onca kişiyi karşınıza alıyorsunuz?

Bir takım içinde herkesin aynı kapasitede aynı yetenekte olmasını beklemek doğru değildir. Sefer Bey komitesinde seçime girip kazanmıştır. Ayrıca artısı şu, yönetim kurulu üyesi olarak, her sabah sekizde Oda’da mesai harcaması, Oda’yı denetlemesi, kontrol mekanizması, imza yetkisi günlük işlerin hızını artırmaktadır.

Sefer Bey’e karşı olanlar, Sefer Bey’in yüzüne karşı bu düşüncelerini şahsen anlatsınlar. İkinci olarak, adam dediğin; tarihine, geçmişine sahip çıkmalı. Benim yaptığım ahde vefa; Ziya Amcamızın mirasına sahip çıkmaktır. Ben üç kişilik de çalışırım beş kişilik de ancak Ziya Amcamızın mirasını taşıyamayacaksam, sürdürümeyeceksem… Bu konuda kötü niyet şu, Sefer Bey’i istemediğini söyleyen kişiler, onun yanına gittikleri zaman: “Aman Abicim, canım abicim…” derken, o arkasını dönünce arkadan başka türlü konuşuyorlar. İşte yönetim olarak bitirmeye çalıştığımız bu riyakârlık. Mottomuzdan biri de bu.

-Mottonuz nedir?
Değişim. Uyanış. Kurtuluş.

-Açar mısınız, nedir felsefesi?
Zihniyet devriminin değişiminin ana fikrini yıllar önce koyduk. Biz yıllardır, santim santim, her gün, her ay, her sene üzerine koyarak geldik, geliyoruz. Eskiler bilir o zamanki yönetim anlayışını. Gönül kırmadan ilerlemeye özen gösterdim. Benim için de kolay değil… Bu görülmeyebilir ancak çok büyük devrim yaptık, asıl bundan sonra icraatımızı çok daha net yapacağız. İnsanlar zannediyorlar ki, Oda’ya gidip geliyoruz bir şey yok! Yavaş yavaş, ilmek ilmek dokuduk. Ne için evrensel değerlerde zihniyet olarak buluşmak için. Eskiden nasıldı diye önceki Meclislere bak, bir de şimdiki Meclislere bak. Farklı kültürel gelenekleri ve onların değerlerini bugüne evirmekti uğraşımız. Hem kendini hem de senin gibi düşünmeyeni yeni çağa uyumlu var ederek. Tabii geçmişini de zedelemeden. Bu bir süreç. Genelde anlayış nasıldı: Devlete gidelim, Devlet versin, Devlete ağlayalım. O olmayacak, bu olacak. Sen değil, o olsun. Bunlar bitti artık! Ülken için üretmek zorundasın, hizmet etmek zorundasın, hem kuramsal hem eylemsel içerikle küresel bir vizyon çizmek zorundayız. Bu yöndeki düşüncelerimi bu sistemin tanınma politikasını işin mutfağında debelenirken iyi anlatamamış olabilirim. Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz deyip pası üyelere atalım. Mecliste her ay faaliyetlere ilişkin sunum yapıyorum biri söz alıp, ‘Bu toplantıda ne konuştunuz, ne oldu?’ demiyorsa daha yapacak işimiz çok! Esasında bireylerin üzerlerinde baskı hissetmeden özgürce soru sormasını, eleştiri üretmesini sağlayacak sistemi kurduk, mesele onlarda bu uyanışı sağlamak, fikirlerimizi yarıştıracağımız bir ortamı inşa ettik, sıra yükseltmekte. Bireylerin değerlerinin tanınmasına olanak kılacak bir sistem bu, gücün hakimiyetine değil.

-Ülkemizde global sektörde çok güçlü yerli şirketler var, neden onları Oda’da göremiyoruz, davet mi almıyorlar?

Elbette davet ediyoruz. Gelmelerinin veya gelmemelerinin sebepleri var. Bakın şöyle açıklayayım. Örneğin, TBMM’deki profili ele alalım. Ülkemizin başarıları herkesçe kanıtlı çok değerli isimleri var öyle değil mi, bir de elit dediğimiz ya da fikren veya madden varlıklı kesimler de var. Onların her birini TBMM’de görebiliyor muyuz? Burada esas olan, Oda’ya vakit ayıracak, çalışacak, dinleyecek kişilerin birarada olması. Faydalanmak isteyen herkese açık bir kurumuz. Bu kapılar kapalı değil ki… Eksiklerimiz olabilir ancak tamamlanabilir de…

Oda Meclisimizde çok değerli insanlar var. Ancak eğitimli, bilgili, teknik, değerli, görgülü, nüfuzlu olup da vaktini Meclise, Oda faaliyetlerine ayıramayacak kişileri Meclise yazmak sizce verimi artırır mı? Yazarız, gelemezler veya gelmezler. Çünkü daha farklı bir platformda çok daha büyük sorunlara karşın yine sektörümüz için değerli bir mücadele vermektedirler. Oda’da görev almamaları, Oda’yı temsil etmedikleri anlamına da gelmez, ne zaman danışılsa yine seferber olurlar, oluyorlar da.

Hayatta en zor şey nedir bilir misiniz: Bazı insanlar hayattan ne istediklerini bilmiyor. Hayattan ne istediğini bilmeyen insanlarla uyum ve sürdürülebilirlik kolay olmuyor. Uğraştık ama olmadı. Fikri, menfaati ile değişen, esas değerlerine bağlı kalmayan, sürekli şikayet eden bir anlayıştan bahsediyoruz. Ne durumda olursa olsun şikayetçi, artık bu zihniyeti aşmak ve proaktif olmak zorundayız. Ülkemizin bizim gibi düşünen kişilere ihtiyacı var.

n Siz deli misiniz, divane mi? Bunca işiniz var, neden enerjinizi kendinize harcamıyorsunuz da yeniden aday oluyorsunuz? Üniversite kurdunuz, işitmediğiniz söz kalmadı…

İdealist ve kararlı insanların, ülkesi ve toplumu için özlemleri vardır. Bu kişinin yaradılışından ve gelişiminden gelir. Ben ülkemin dertleri varsa bunlara derman olmayı, uğraşıp çözüm bulmayı seviyorum. Elbette bunlar; hayatımdan, kızlarımdan aldığım zamanlar ve akıp geçiyor. Bu ideallere sahip olan kişiler topluma faydalı olmak için çeşitli görevler üstlenir. Cemiyet hayatını, sosyal sorumluluğu önemser, kendini bu alanda faydalı hisseder. Ülkesi için hizmet etmek ister. 15 Temmuz 2016 Hain Kalkışmasından sonra para kazanmak kaybetmek hiç umurumda değil. Senin Devletin yoksa hiçbir şeyin yok. Çok net! Bazen hayretler içinde kalıyorum biz neyle uğraşıyoruz, onlar neyle uğraşıyor. Ne yaptığımızı gerçekten bilmiyorlar ya da art niyet var. Başka bir şey aklıma gelmiyor.

Bir ayda katıldığım toplantı sayısı içeriğini anlatmayayım. Ne için gidiyoruz, ne yapmaya gidiyoruz: Ülkeme ne kazandırırım, nasıl değer katarım diye tüm mücadelemiz, bu sevgi olmasa dediğiniz gibi deli işi olur.

İşte Oda’mız da Türkiye’de önem derecesi tartışmasız yüksek bir kurumdur. Oda’mız üyelerinden aldığı güçle, gerek ulusal gerek uluslararası alanda ülkemizin menfaatlerini gözeten bir çok konunun pozitif yönde kazanımını sağladığı gibi negatif yönde ülkemizin veya sektörümüzün aleyhine gelişen konuları durdurmayı üstelik de lehimize olan bir rotaya çevrilmesini sağlamıştır. Bazı konular var ki, çözümü yıllar almıştır. Örneğin; Piri Reis Üniversitesi kurulma izni. Oda’mızın gelmiş geçmiş en önemli projesidir. Ülkemizin, insanımızın bir kazanımıdır. Geleceğimize bir hizmettir. PRU dünyada denizciliğe yön veren bir üniversite olmak için yola çıkmıştır. Zamana ihtiyaç vardır ve PRU bu hedefine ulaşacaktır. Gerçekçi olmak sizi hedefinize er yada geç ulaştırır. Biz PRU olarak yolun başında sayılırız, bakın vakıf üniversitelerine benzer bir süreçten geçtiklerini net olarak görebilirsiniz. Sabır ve azim, disiplin, çalışmak ve değişen koşullara göre uyum sağlayıp pozisyon almayı bileceksiniz. Ülkeme faydalı işler yapmayı seven biriyim. Sıralarsam, Oda ile meşgul olmak fikri beni manevi olarak mutlu ediyor, geçmişime sahip çıkıyorum. Proje üretmek de öyle… Bu projelerde Üniversite 1 numaradır, gelişimi devam etmektedir.  DATİ de Oda’nın projesidir, onun en küçük birimini gözeten sistemi kurdurdum, Zeyport da, Ereğli Denizcilik de değerlidir. Oda bir çok projeyi hayata geçirmiştir. Oda’nın, Devletimizin aldığı beşyüzün üzerindeki tüm kararlarında desteği, yönlendirmesi, katkısı vardır. Denizci bir işadamı olarak bu değerlerin içinde olmak, fikir üretmek görevlerimiz arasında olmalıdır. Ne için: Ülke menfaati için.

-İnsan idaresi adamı yorar ancak siz adeta gençlere taş çıkartıyorsunuz. Nedir sırrı, toplum için çalışmak mı?

Eşim, kızlarım, ailem en değerli hazinem onlar zinde olmamı sağlayan en temel gerçeğim.

Benim yorulup yorulmamam değil de esas mesele; idealleri kadar gerçekçi bir karaktere sahip kararlı bir insanım. Hayata çok farklı bakıyor ve ileriyi görerek farkında yaşıyorum. Yaşamımda beni mutlu eden belli kilometretaşları vardır. Üstelik kendimi sağlıklı ve enerjik hissediyorum. Yaşama bağlıyım. Bu seneki gelişimim ve bulunduğum durum itibarıyla; kendimi Oda’daki misyonunu tamamlamamış konumuna koymuşum ve bunun için de aday olmuşum. Bir duruşum var. Hedeflerim var. Basit yani.

Tüm üyelerimize şunu söylüyorum: Liderlik yapmak ayrıdır, Oda’da Yönetim Kurulu Başkanlığı yapmak ayrıdır. Kültürel anlamda, her üyemizi kapsayacak şekilde, bu bireyler tarafından, değerli kültürlerin yerelde temel haklarını korurken, evrensel bağlamda da uyumlu olmak zorunda hissediyorum kendimi. Anlatması çok zor ama birçok şeyi temelden değiştirdik. İnsanlar bu unsurlara nitel ve nicel olarak bakacaklar, üyelerimiz yaptıkları seçimi anlamlı kılacak veya yönetecek güvenli bir bağlama gereksinim duyuyorsa ve tüm bu temel değerler üzerinden beni beğeniyorlarsa, “Başkanımız Metin Bey olsun!” diyecekler. Burada vurgulamak istediğim şu; benim durduğum noktaya baktığımızda bir liderin ‘üstünlük yanlısı’ tutumunu değil, tam tersine ilmek ilmek izlediğim politikada kültürel değerler ile ahlâksal sınırlarda nerede olduğumu irdelesinler istiyorum. Bu nedenle icraatlarımı anlatmayı sonraya saklıyorum, yıllardır bu felsefe ve anlayışa sahip biri olarak hangi fay hatlarını oynattığımı, nelere göğüs gerdiğimi, hangi zihniyetlere direndiğimi görsünler istiyorum. Zihniyet değişimi şart. Bu değişim için büyük bir uyanış yaşayacağız. Vesayetten kurtuluş şart.

-İşleri ekibinize delege etmediğiniz doğru mu?

Delege etmediğimi nereden çıkartıyorsunuz? Kimin çalıştığı, kimin çalışmadığı, kimin verilen görevlere iştirak edip kimin etmediği ortada değil mi? Diyelim, Ankara’ya gideceğiz. Akşam gelirim deyip sabah arazi olanları anlatmak olmaz, ayıp olur. Ancak gidilecek yere göre liyakat da önemlidir. İşin uzmanıyla gitmek doğrusudur. Ama açın sorun. Gazeteci sizsiniz, araştırın. Onlar kendilerini bildiği gibi herkes de kimin çalıştığını, fedakârlık yaptığını inanın çok iyi biliyor.  Bunu diyen kimsenin önce niyetine bakmalı; işi yapmak değil de, altında işi kendine yontamamış olmak mı yatıyor acaba? Halbuki nedir esas olan, işin uzmanı kimse işi ona teslim etmektir, kim için çoğunluğun faydası için. Aklın yolu bir. Daha neler duyacağız bakalım (Gülüyor).

-Yönetim toplantılarında, üyeleriniz özgür mü, fikirleri kabul görüyor mu, şartlar herkese eşit mi?

Valla bunu yönetim kurulu üyelerimize soracaksınız (gülüyor). Ancak sadece bir kişiye değil hepsine soracaksınız. Söylenildiğinin aksine; benim yönetim kurulu toplantılarım haddinden fazla uzun sürer. Tartışmaya açık olduğum için konuşmayı destekler bir anlayışa sahip olmamdandır. Bazen salondan dışarı çıktığımda arkamdan 5-10 maddeyi birden hızlıca bitirirler. Hatta “N’olur sen biraz dışarıda kal, biz yönetimi hızlıca bitirelim” derler. Böyle söylemelerinin sebebi; herkesin acaba ne katkısı olur diye merak ettiğimden, istedikleri zaman istedikleri sürede söz hakkı verdiğimden. Yönetimlerimde 2 saatte bitecek toplantı, genelde 3-4 saate sarkar. Bazısı konuşmak istemez, buna bir şey diyemem, hangi sebepten konuşmaz, görüş vermez buna da bilemem. O kendilerinin tasarrufundadır.

-Ben o gün orada değildim. Meslek Komitesi Toplantısında çıkıp “Ben Evet diyorum,” demeniz, Oda’ya siyaseti karıştırdığınıza dair yorumlara neden oldu. Amacınız neydi?

Bir sonraki Mecliste bir kitap dağıttıracağım. Okuyun herkes de buradan okuyacaktır. Bu ülkede insanlar hâlâ esas tehlikenin ne olduğunun farkında değilse, ben daha ne diyebilirim… Ayrıca Odalar, salt ticari meselelerin konuşulduğu yerler de değil. Kamu yararına bir kurumuz. Ben ülke meselelerini elbette konuşurum, Devlet meselelerini konuşurum. Ülkemi ilgilendiriyorsa bu ülkenin insanıysam niye konuşmayayım!

Yine söylüyorum, şu anda bu mücadeleyi tek başına yürütecek kişi Tayyip Bey’dir. Kime karşı: FETÖ’ye karşı. Türkiye’de böyle katı ve kararlı bir mücadeleyi başka hiç bir siyasetçi yürütemez. Kimse bana katılmak zorunda değil, bazısı farklı algılıyor, düşünüyor olabilir, saygı duyarım. Ben somut bir gerçekten bahsediyorum. O gün orada ‘Bana göre 1 numaralı tehlike, FETÖ’dür,’ dedim. Diğer terör örgütleri Devletimizin yıllardır devam ettirdiği mücadeleden biliniyor, tanınıyor. Bunların kim olduklarını da bilmiyorsun, korkunç tehlikeliler, o kadar ki Devletimizi, düzenini yıkmaya götürecek kadar ileri gittiler ve hâlâ kim olduklarını, tamamının nerede olduklarını bilemiyoruz, hâlâ içimizdeler! En büyük özellikleri kendilerini saklamaları. Benim yerim Devletimin yanıdır. Bu nedenle bunu idrak eden biri olarak üyelerime söyleme ihtiyacı hissettim. Hepsi bu.

-Denizcilik sektörü yeterince gelişti mi?

Bu konuda çok başarılı üstelik hızla yol alıyoruz, nitelikli onlarca üretimimiz hizmetimiz var. Biraz evvel bir şey söyledim, hayattan ne istediğini bilemeyen, sürekli şikayet eden insanlar vasıtasıyla denizcilikte bireysel veya sektörel ne kadar geliştiğimizi göremiyoruz. Belki çok para kaybettik. Ancak 30, 20 yıl öncesine göre çok daha iyiyiz. Her anlamda geliştik. “Niye Meclise insanlar gelmiyor?” Demiştiniz. Bugün üst düzey insanların Oda’ya gelememesi veya aktif rol alamamasının nedeni kendi firmalarında ana karar verici liderler olması. Hepsi kendi firmasında yoğunluktan nefes alamıyor, her birimiz öyle veya böyle küresel birer oyuncu olduk. Hemen her gün ya yabancı misafir ağırlıyor ya da yabancılara misafir oluyorlar. Oyunun kuralları değişti. Bir Meclis toplantısı ortalama dört saate yakın sürüyor. Topluma hizmetten, sahip olduğun kültürü bir gelişim içinde sürdürürken, genç nesile bir nevi taşıyıcı sıfatıyla önder olmayı önemli buluyorum. Eskiden bir avuç insandık, herkes Meclis’te veya Armatörler Birliği’nde bir araya geliyordu. Şimdi öyle mi? Onlarca heyet ağırlıyor diğer ülkelere ziyaretler yapıyoruz. Hep beraber daha da gelişeceğiz.

-Ancak o faydayı anlatmak, o kişileri ikna etmek sizin görevleriniz arasında, ‘Oda’ya gelmen, katılman lazım’ demek gerekmez mi?

Oda veya dernek hangi STK olursa, herkesin cemiyetlere bakışı aynı değildir. Oda hepimizin ortak değeridir. Sahip çıkmamız lazım, ancak bu zorlamayla da olmaz. Değişim derken her alanda değişimi uygulamaya koyacağız. Şu ana kadar yönetimin üzerinde vesayet vardı değil mi, artık bu kırıldı, şimdi olması gereken olacak. Yüksek İstişare Kurulu oluşturacağız. Her biri dünya denizciliğinde kendi alanında bir inovasyona, güçlü bir etkinliğe sahip saygın isimlerden oluşuyor. Her birinin başarısı ile hepimiz gurur duyuyoruz. Bekleyin, içerikte ve temsilde yüksek bir anlayışı Oda’mıza ve sektörümüze getireceğiz.

-Bu seçimlerle 2013 ekibini destekleyen üyeler karpuz gibi ortadan ikiye bölündü. Çoğunluk ayrılmanızdan memnun olmadı, üyeleriniz arada kaldı.

Sektörümüze yapacağımız kalıcı bir görev. Değişim. Değişim derken zihniyet değişiminden bahsediyorum. Kişilerle uğraşmıyorum. Ahmetler, Ayşeler, Hasan, Hüseyin ile değil benim uğraşım. Onlar hiç bitmezler, sadece isimleri değişir. Halbuki ben zihniyeti, aksak olan sistemi değiştirmeye çalışıyorum, insanların beynine girmeye çalışmak yılların alışkanlığının kökünü kazımak kolay mı sanıyorsunuz, hiç değil. Onlar yönetimde belirli kişilerle bu devranı sürdürmeye çalışıyorlar. Bense yıllardır direnç gösteriyorum. Bu duruşumla şimdi daha da güçlendik, kararlıyız.

Muhalif grup, değişimi kişilerle yapmaya çalışıyor; ‘Sen çekil, çok kaldın, sıra bizde’ şeklinde. Biz ise bu anlayışa karşı zihniyet ve sistem kurarak bunu kaldırmaya çalışıyoruz. Farkımız burada. Haliyle herkese faydalı olacak olanı, yani iyiyi, kaliteyi istiyoruz. Nedir uyanış? Artık her şey daha şeffaf, kimin ne olduğunu görüp bilebilecekleri, bilgiye net ulaşacakları, güven duyulan bir ortamı, anlayışı getirmeye çalışıyoruz. Henüz tamamlanmadı. Ama yapacağız. Bu zihniyet değişecek, değişmek zorunda. Yoksa çağı yakalamakta geri düşeriz. Artık belli alışkanlıklarla, ilişkilerle devam etmek istemiyoruz. Makam, mevki hırsıyla pozisyon almalara karşı duruyoruz. Biz artık kim, kimdir biliyor, bunu da anlatmaya çalışıyoruz.

-Tasavvuf ehli gibi konuşuyorsunuz, biraz açar mısınız?

O zaman size şöyle örnekle anlatayım. “Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol.” Burada ne diyoruz; olduğumuz gibiyiz. Biz bu onbeş yılda birçok şeye katlandık, çok derdi çektik. Bana esasında Sefer Bey’i sorduğunuz zaman, ‘Niye Cengiz Bey’e de katlandınız!’ diye soracaksınız.

-Niye?

İyi niyetlice, birlik beraberlik içinde olalım diye. O kadar çok çektim ki. Ancak benim başka bir kriterim var. İnsanın gözünün içine bakarım, bana yalan mı söylüyor gerçeği mi diye… Bunlarla yüzleşmek, şahit olmak ve yaşamak inanın çok üzücü. Yaşım 58. Bugün doğumgünüm. Cengiz Bey’in de doğumgünü. Öyle bir yere geldik ki; o kadar emek veriyorsunuz -helali hoş olsun- ancak bu son beş aydır yapılan itibarsızlaştırmayı gerçekten haketmedim, haketmedik. Arkamdan konuşmadıkları adam, söylemedikleri söz kalmadı. Ne için, değer mi ya… Diyorum ki, şikayet etme, gel yüzüme söyle; neleri yapamadığımı, neleri yapabildiğimi, çık kürsüye söyle; şunları sen yapamadın diye, ama yüzüme karşı. Şimdi sana soruyorum:

-Şu ana kadar en somut başarım olarak ne duydunuz?

-(YYE) En önemlisi Piri Reis Üniversitesi. Eğitim öncelikli ve olmazsa olmazlarım arasında. Bunun üzerinden seçim eleştirisi almanızı 2013’te de şimdi de doğru bulmuyorum. Ülkemizin bir değeri bu seçim yüzünden zedelenmemeli.

-Kaç tane somut başarısızlığım olduğunu söylesinler istiyorum. İnsana sen çok başarısızsın dediğinde, adama demezler mi; neyle ölçtün, ölçütün nedir? Çok net soruyorum, neyle ölçtüler, ölçüt nedir?

-(YYE) Bu görecedir, ancak evrensel kriterler ölçüt alınabilir. Bu ekip işidir; salt sizin başarınız veya başarısızlığınız değildir. Ancak sizi bağlar niteliktedir. Kendi bilgim çerçevesinde benim eleştirilerim biliniyor.

-O nedenle yaptıkları, yani çok kolay bir politika, subjektif bir yaklaşım. Madem öyle; kaç aydır seçim yarışındayız, kürsüye veya karşıma çıkıp açık açık niye demediler ‘Sen şu şu konularda başarısızsın’ diye.. Bunu yapmak yerine ne diyorlar: Değişim şart, başarı yok, Devlet bunu istemedi! Bunlar doğru değil. Benim şu an Oda için yapmak istediklerim var, ideallerimi tamamlamak, gerçek kaliteyi göstermek, geliştirmek var. Vakit, bir devrin klasik anlayışından kurtulmak vaktidir. Vesayetten kurtulacağız.

-Bir de PRU için yazdığınız 100 milyon dolarlık şahsi kefaletiniz var!

O önemli değil. O kefalet aday olmama ana sebep diye yayıyorlar. Asla değil. Gelirsin karşıma çıkarsın, adam gibi, kazanır, devirirsin. Ben bir göreve devam etmek istediğim zaman Anayasal hakkımsa üstelik, irademi koyar bu hakkımı kullanırım. Diyorum ki, vesayeti tanımıyorum, kanunlar nezdinde Anayasal hakkımı kullanıyorum, o kadar.

-Niye cengaverlik yapıp şahsi kefaletinizi teminat sundunuz, üniversite olmuş olmamış size ne?

Bu delilik olmasa o üniversite olmazdı, anlatabildim mi, tekrar söylüyorum bu deliliği git istediğine sor, bu delilik, çılgınlık olmasa, Piri Reis Üniversitesi bugün olamazdı. Çok net! Bazen delilik yapmak zorundasın. Risk almazsan olmaz. Bu riski de birisi alıp yapacaktı. Allah nasip etti ben yaptım.

Hakkımda her yerde konuşuyorlar. Konuşsunlar. Keyif aldığım konu şu: Gelin bir de yüzüme karşı konuşun. Bak Oda’da canlı yayına da izin verdik, herkes duysun, insanlar da izlesinler, öğresinler. Subjektif şeylerle sektörün yararına politika olur mu! Bak Meclis’te direkt söyledim Salih Bey’in yüzüne karşı; ‘2017 yılındayız, 2013’ü copy paste yapmışsın’ diye. Allah aşkına, insanlar bunu oturup derinlemesine bir düşünsünler. 2013 yılında ne için yek vücut olduk?

Bugün burada anlatmaya çalıştığımız mesele şu; kurumsallık içinde doğruları yaparak devam edeceğiz. Sektöre hediye edeceğimiz: Değişim. Uyanış. Kurtuluş. Vesayetten kurtuluş. “Abiler devrede” dediğim konu şu; oturduğun yerden “Ben dedim oldu,” böyle bir şey artık yok, işte bu vesayet artık bitecek. Neydi bu, “Aman bana sormadan yapma, ben dedim olacak,” yok böyle bir şey artık. Hangi kurum olursa olsun, kim başkansa, yönetimi kazanarak hak ettiyse, o yönetecek.

Şu periyotta geçmişten bu güne kadar bir bakalım, bir zihnimizi zorlayalım: Sen para kazanabilirsin, yatırım yapabilirsin, armatör veya tersaneci olabilirsin, gemi alırsın şu veya bu. Herkes bu çatı altında mı? Evet. Bu gerçekler varken biz beş altı adım ötesine geçiyoruz, daha iyisini vermeye çalışıyoruz. Sistemi evrensel değerler üzerine inşa ediyoruz. Birbirini dışlayan veya sahiplenen, saygı duyan veya duymayan, seven sevmeyen herkes için gerçekçi ortak bir değer yaratmaya çabalıyoruz. Akılcı eleştiriler karşısında fikrimizi evirebiliriz, anlaşmazlık içinde olduğumuz insanların karşısında bile fikrimizi savunmada veya anlaşamadığımız konuları ifade etmede güven içinde olmalıyız, tabii saygın ve saygı duyulamaz ifadeler veya itilaflar arasında farkları da ayırt ederek. Topyekün bu değerlerin tartışma kültürü ile ortaya koyulmasına çaba harcıyoruz. Peşinde olduğumuz; çoğunluğun faydası için doğru ve gerçeğe ulaşmak. Bu ölçüde umudumuz tam.

Bugünkü politikamız önceki dönemlerden farklı olarak, bir önceki yönetimden aldığı politikaları değişime ulaştırmada ramak anıdır. Vesayet bitiyor. 14 yıl arındırma süreci idi. Savunduğumuz evrensel ilkeler iken, samimiyet iken, bizden evvelki anlayış; kendine özgü bir kimlik olarak yine karşımıza çıktı. İşte devam ettirilmek, geri getirilmek istenen bu feodal zihniyeti kişileri incitmeden yıllarca düzeltmeye çabaladım, onca yılı şahsen heba edemem! Bu zihniyetin bizden kabul etmemizi beklediği şeyler; kendine özgü bireysel kimliğinin devam etmesi yönünde. Baktığımızda; bu istek bu çağda kabul edilebilir değildir. Bu isteğin arkasında yatan nedenlere baktığımızda ise ‘toplum için değil benim için zihniyeti’ açık seçik görülür. Bana ithaf ettikleri sıfatlar, aslında kendi doğalarında genel anlamda dışa vuruyor. Bir diğer konu da 2013 yılında hepimizin ortak gayesi hususunda nerede duruyorsak biz halen orada birlik içinde duruyoruz, durmak zorundayız.

-En çok konuşulan, Kulüp Başkanlığınız. “Cumhurbaşkanı, Kalkavan’ın üzerini çizdi.” Dendi. Sizi “Oda’da da istemediği yönünde” çıkan söylentiler doğru mu?

İnsanların kendi mevki hırsları için Sayın Cumhurbaşkanımız’ın ismini kullanmaları durumun kendileri için ne kadar vahim olduğunun bir göstergesi değil mi? Peki bu etik mi? Değil! Kurumları zedelemek boomerang etkisi yaratır mı? Yaratır. Bu anlayış kendi milletimize, devletimize zarar verir. İşte uğraşım kişileri bu seçimle doğru mindere çekmek olacak. Kararlıyım, doğruyu yaparak, insani değerleri en üst seviyeye taşıyarak; aklım, zekam, bilgim ve görgüm ile mücadelemi vereceğim.

Bunu Paylaşın
yesimegeli@marinedealnews.com