Büyüklerin kızdığında kullandığı anonim sert bir söz vardır. Neydi bir anlık öfke ile onları bir avaz bağırttıran, nefsini bozmamak ama haklı tepkisinden ödün vermeden ortaya güçlü bir duruş koyduran, ne idi onların boğazında düğümlenen ama dışarı çıkamadan bittiği yerde hakkın rahmetine kavuşan… Bu anlayışın temelinde yatan, karşılaştıkları haksızlığa rağmen kendi nefsleri önüne ördükleri o kudretli Çin seddi ne idi? Şu sözler kötülük istiyor olabilir mi; “Allah senin iyiliğini versin!” ya da “Allah sana akıl fikir versin…” İşte bizim DNA kodlarımızdaki bir gerçek: İyilik yap denize at, bozulma, direnç göster, yanılma, doğru olandan şaşma, bu dik duruşu gelecek nesillere aktar, maddi çıkarın için bozulursan bozguna uğratırsın geleceğini…
Özeleştiri yapma vakti…
Geçin karşınıza. Şimdi kendinizi okumaya başlayın. Eminim anlayacaksınız ne kadar tehlikeli ve bi’ o kadar faydalı olduğunuzu ve aslında iyi olmanızın nedenli gerekli olduğunu. Kendinizi önemseyin ama rica ederim herkes için iyi olun ve lütfen alık olmayın iyilik testinizi tarih kitaplarını okuyarak yapın. Çok geriye gitmeye lüzum da yok. Gece gün gibi ortadayken, siz nesliniz için iyiyi ve aklı bi’zahmet temsil edin. Bunun için temelde sizi siz yapan değerleri yaşatmaktır esas olan. Nedir esas: Vatan.
İskeleti içinde olanlardan mı yoksa iskeleti dışında olanlardan mısınız? İki durumun da yaşamda karşılığı vardır elbet. Sadece cesaretin kendini ifade edebilme şeklidir sizi siz yapacak. Ya cesursunuz zor olanı seçersiniz ya kafayı içeri gömer bindiğiniz dalı kesersiniz. Basittir ama onursuz bir seçimdir. Ancak sürekli bir hareket içinde çağlarsınız. Kendinizi adam sanırsınız. Ya dışa patlarsınız ya içe… Sularınız ya berraktır ya bulanık ya da içinde her türlü zifir karanlık. Neler vardır neler, siz çözülene kadar ömrünüz biter anlamazsınız… İkisi de olunabilir ancak üçüncüsü olmayı babayiğit kimse, eminim istemez.
Bilimsel gerçekte ‘insan’ olanı arıyorsak, ‘İnsan olan kişi yaşamdaki diğer içten omurgalılar gibi, omurgalı olmanın hakkını veriyor mu?’ sorusuna aradığımız yanıttır tüm mesele. Cevap gerçeklik içinde şöyle vücut bulur; ya size omurgasız derler ya da ne yiğit insandı, iyi bilirdik… Seçim sizin.
Nedir omurgalı olmak?
İnsan kendine dürüst olsa, dürüst olabilmeyi öğrenebilse kendi devinimi içinde ruhuna söz geçirebilse, maddi dünyadan ayrılmadan da var edebilir bir çok iyiyi. İlla postacının kapıyı çalması gerekmez. Arayıp bulabilir, gösterebilir doğruyu zira omurgalıysa. Yanılmayabilir. Yanılsa bile doğruyu bulmak için istekli olması, içinde yaktığı bir mum ile karanlığını aydınlatması olasıdır. Şatafatın, süsün arasında sunulan bu sinsi karanlığı görebilir, pürü pak gerçeği tüm yalınlığıyla aklı iyiyse ‘ben sendenim iyi’ işte burdasın diye ayırabilir. Tabii görmek ve ayırmak niyetindeyse ve benden sonrası tufan demiyorsa gerçek burnunun ucundadır. Bunun için omurga şart; o zaman, iki ayağı üzerinde dimdik durup, önüm, arkam, sağım, solum hep bana rabbena demeden ‘nalıncı keseri gibi’ olmayıp, cesareti göstermektir yiğitlik.
Keşke insan milim milim kendini arşınlamayı istese. İyi olmak için mesela. Keşke insanlar bir çırpıda birbirini keşfedebilse. İyiyi kötüden her şartta ayırmak için… Mevcut şartlar içinde temelde iyi olanı tercih etmesini, kararsızlıkları içinde; iki en iyi arasında muhakeme yapıp hangi iyinin kendisi için daha sürdürülebilir veya kendi yaşamında etkili olup olmadığını gerçekten ayırt edebilse… Kötülük ve iyiliğe yol açan unsurların ruh denen varlığın hangi bağımlılıklarından etkilendiğini bir bilebilse insan. İyi olarak tarif ettiğinin kusurlarını iyileştirmeye, tüm olanaklarını seferber edebilse… İnsanın varolma sebebinin inceliklerini hiç unutmasa, kendini inşa etmeye çalışırken bu unuttuklarını ezip biçmese… İnsan keşke onurlu durabilmenin erdemini anlayabilse.
Kötülüklerin sahip olduğu ruhu onurluca ifşa etse, sahibi olduğu iyilikler için ‘pilavdan dönenin kaşığı kırılsın’ diyebilse keşke, ama insanız, neyiz biz; beşer şaşarız. Beşer nedir, deri. Kokuyoruz, üstelik kötü kokuya alışıyoruz. Bu cümlede uygun yere ‘r’ ekleyerek okursanız anlam aynıdır, zira insan korkunca kötü koku salar.
Güzel veya çirkin olmanın, zengin ve fakirde var olmasındaki anlamı bulabilse insan. Mevcut kombinasyonlarını bir nedensellik içinde yine iyi zeminde tartmasını bilebilse. Güçlü güçsüzü, soylu soysuzu, zengin fakiri, güzel çirkini, ünlü sıradanı biz zamanlar idrak edebiliyordu bu Vatanda… Cesurun korkağı ezmediği dersini sözle verip, uzattığı eliyle yerden kaldırdığı bir kültürden nerelere geldik…
Karakteri belirleyen unsurlar; seçilen hayat tarzı, dıştan içe etkileşimler ile içten dışa yansıttığımız veya yansıtamadığımız onca davranış, düşün halleri, nedenler, niçinlerle dolu bir sarmal içinde ne kadar özgürüz. Bu yaşamdaki seçimlerimizle oluşan kendi değerler bütünümüz yeterince gelişmiş mi?
Su uyur düşman uyumaz!
Farklılıklara rağmen birbirini anlayabilecek seviyede olsak bu cehalete amenna demesek çatır çatır kırılır mıydı omurgamız? Kırıldığımızın farkında mısınız, yoksa siz iskeleti içinde olup iskeleti dışında olduğunu sananlardan mısınız? Yoksa siz bir kuru gürültüden mi ibaretsiniz?
Atatürk tüm yaşamında inandığı değerlere sıkı sıkı bağlanmasaydı, ömrünü vakfetmeseydi geçici rüzgâra kapılsaydı ‘nice olurdu halimiz’ diye, düşüneniz var mı? Şirazeyi kaydıranlar, endazeyi sinsi sinsi bozanlar tarih boyunca olmuş. Ayrılmış iyiliğe söylüyorum, bu bizim savaşımız değil, zira savaşın kazananı yoktur, biz kardeşiz uğruna mücadele ettiğimiz bizim geleceğimiz. Güçlerin birliği geleceğe onurlu yazılacaktır. Aymayanlar, karşısında güçlü vatanperverleri bulacağını bilsin ve bu yüreği sakın hafife almasın.
30 Ağustos Zafer Bayramımız ve Ulusumuzu kenetleyen tüm Bayramlarımız kutlu kalsın, kutlu olsun.
Erdemli yaşayamayı düstur edinenin önce yaşadığı yeri koruması, yaşamda kalabilmenin kanunudur, omurgalı olanların yaşarken ölü olanları uyandırması dileğimdir. Kimileri Yeşim yine masal anlatmış, kimileri Yeliz yine hikâye yazıyor diyecektir. Tüm iyi niyetimle diyorum ki; Gökten üç elma düştü; biri bana, biri okuyanlara, diğeri de dünyadaki bütün iyi insanlara…