Yüce Yöney – İnsan aklından hayır gelmez

MDN İstanbul

Havayı kirletiyoruz, suyu kirletiyoruz, toprağı kirletiyoruz. Dünyamızı yaşanabilir olmaktan çıkarıyoruz. Sonra yaşanacak yeni gezegenler arıyoruz. Aman ne akıllıyız

Ne demişti bilim insanı Stephen Hawking, geçtiğimiz haziran ayında, iklim değişikliği tehdidi altındaki Dünya’nın ve insanlığın geleceği için uzay seyahatinin büyük önemi olduğunu vurgularken… “Burada yerimiz giderek daralıyor ve gidilebilecek tek yer diğer dünyalar. Artık diğer güneş sistemlerini de keşfetme zamanı geldi. Dış dünyaya yayılmak bizi kendi sonumuzu getirmekten kurtaracak tek şey olabilir. İnsanlığın Dünya’yı terk etmesi gerektiğine inanıyorum. (…) En iyisini umuyorum. Başka çaremiz yok.”

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu’nun (UNICEF ) hazırladığı ve geçen ay duyurduğu yeni rapor Hawking’in uyarısının ne derece haklı olduğunu gösterir nitelikte. Rapora göre, tüm dünyada her 10 kişiden 3’ünün (2,1 milyar insan) evinde güvenilir kullanma suyu bulunmuyor. Her 10 kişiden 6’sı (4,4 milyar insan) da uygun koşullara sahip sanitasyondan, yani hijyenik koşullarda sağlıklı gıda üretiminden yoksun olarak yaşıyor.

“İçme Suyu, Sanitasyon ve Hijyen Alanında İlerleme: 2017 Güncellemesi ve Sürdürülebilir Kalkınma Hedefinde İlk Durum” adlı raporun ulaştığı sonuç kırsal alanlarda yaşayanlar başta olmak üzere çok sayıda insanın henüz bu imkanlara erişemediği yönünde.

Dünya Sağlık Örgütü Genel Direktörü Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus’un sözleri dünyada yaşanan büyük ayrımı vurguluyor: “Evde güvenilir su, sanitasyon ve hijyen yalnızca zenginlerin ya da kent merkezlerinde yaşayanların ayrıcalığı olmamalıdır. Bunlar insan sağlığı açısından temel gereksinimler arasındadır ve tüm ülkeler herkese bu imkanları sağlamakla yükümlüdür.”

Dünyada pek çok evde, sağlık tesisinde ve okulda henüz el yıkayacak sabun ve su bile bulunmadığı belirtiliyor. Bu da başta küçük çocuklar olmak üzere insanların sağlığı açısından ciddi riskler yaratıyor. Şu istatistik yeterince açık biçimde meseleyi ortaya koyuyor sanırım: Her yıl 5 yaş altı 361 bin çocuk ishalden ölüyor. Yetersiz sanitasyon ve kirli sular kolera, dizanteri, hepatit A ve tifo gibi hastalıkların yayılmasına yol açıyor.

Rapordan hareketle istatistiklere kulak vermeye devam edelim: Güvenilir su kaynaklarından yoksun 2,1 milyar insanın 844 milyonu içme suyu hizmetlerine de erişemiyor. Bunların arasında evlerinin dışında bir kaynaktan su getirmek için 30 dakikadan uzun zaman harcaması gereken 263 milyon insan bulunuyor. Ayrıca 159 milyon insan da akarsu ya da göl gibi kaynaklardan elde edilen arıtılmamış suları içiyor. Çatışmaların ya da iç huzursuzlukların yaşandığı ülkelerde çocukların temel su imkanlarından yararlanma şansı başka ülkelerde yaşayan çocuklara göre dört kat, temel sanitasyon hizmetlerinden yararlanma şansı ise iki kat daha az.

Güvenilir biçimde yönetilen sanitasyon, yani evde her an bulunabilecek temiz içme suyu ve dışkının zarar vermeyecek biçimde kanalizasyon hizmetine bağlı tuvalet imkanı olmayan 4,4 milyar insan var. Bu insanların 2,3 milyarı temel sanitasyon hizmetlerine bile erişemez durumda. Bu insanlardan 600 milyonu tuvaleti başka ailelerle paylaşıyor ve çoğu kırsal kesimde olmak üzere 892 milyon kişi tuvaletini açık alanlarda yapıyor. Nüfus artışı nedeniyle açık alanda tuvalet yapma Sahra–altı Afrika ve Okyanusya gibi bölgelerde yaygınlaşıyor.

Bu son rapor yüzümüze çarpmasa da yüzde 70’i suyla kaplı dünyamızdaki su sorunu biliniyordu elbette. Malum, dünyadaki suyun yüzde 97,5’i tuzlu su. Tatlı suyun ise yüzde 70’i tarımda kullanılıyor. İçecek su ise giderek altın değeri taşımaya başlıyor. Şöyle ki, 2050 yılına kadar tatlı suya olan talebin yüzde 55 artış göstermesi bekleniyor.

Bu tablo bizi su sorununun tek başına ele alınamayacağı ve çözümünün de sadece su üzerinden bulunamayacağı noktasına götürüyor. Sadece şunu söyleyelim: Dünya nüfusu 7,6 milyar kişi ve her yıl 83 milyon artıyor. Hesaplamalar sonucu dünya nüfusunun 2050’de 9,8 milyara, 2100’de ise 11,2 milyara ulaşacağı tahmin ediliyor.

2014 yılında UNICEF’in duyurduğu Afrika’ya ilişkin bir araştırmayı, “Generation 2020 / Africa Report”u hatırlamanın zamanı… Rapor 2050 yılında dünya nüfusunun dörtte birinin Afrika’da yaşayacağını öngörüyordu. “Artan doğum oranları ve doğum yapabilecek yaştaki kadın nüfusunun yükselmesiyle gelecek otuz beş yılda kıtada iki milyar çocuk dünyaya gelebilir. Buna göre her yüz kişiden yirmi beşi Afrikalı olabilir ve bunların yüzde 40’ını beş yaşın altındaki çocuklar oluşturabilir.”

Tabii bu noktada su sorunu gibi bir de toprak sorununa dikkat çekmek gerekiyor. Bu kadar insan nerede yaşayacak, bu kadar insanı besleyecek ürünler hangi topraklarda, nasıl üretilecek, bu kadar insan dünyanın nerelerinde hareket edecek, bu kadar insan hangi alanlarda eğlenecek, bu kadar insanın kullandığı onca araç nereye sığacak, vs… Bu kadar insana yetecek kullanılabilir toprak var mı?

Yeryüzünde buz olmayan alanların, Sibirya ve Avustralya’nın iç kesimleri gibi ciddi bir kısmı iklim ve mesafe sorunları nedeniyle kullanılabilir nitelikte değil. BBC Future’da yayınlanan bir makalede uzmanlardan aktarılan bilgilere göre, yerleşim alanları dünya topraklarının sadece yüzde 3’ünü oluşturuyor. Yüzde 35-40’lık bir kısmı ise tarım için kullanılıyor. Yeryüzü toprağının sadece 445 milyon hektarı tarıma elverişli.

Sırası gelmişken Türkiye’nin tarım alanlarına dair de kısa bir bilgi paylaşalım. Durum kabaca şöyle: Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin verilerine göre, 1995-2013 döneminde toplam tarım alanları yüzde 11,3 azaldı. 26,83 milyon hektar olan arazi miktarı 23,81 milyon hektara geriledi. 2016 itibariyle 35 yılda 4,6 milyon hektar arazi yapılaşmayla kaybedildi.

Günümüzde dünya nüfusunun yaklaşık yarısı şehirlerde yaşıyor. En fazla şehirleşme Afrika ve Asya’da yaşanıyor. Öngörülere bakılırsa, 2020’de Afrika, şehirlerde yaşayan 560 milyon nüfusla dünyanın ikinci en büyük şehirleşmiş kıtası olacak. Asya’da ise şehir nüfusunun 2,4 milyar kişiye ulaşması bekleniyor. Şehirleşmedeki bu yüksek oranlar tarım alanlarının yok edilmesinin nedenleri arasında. Toprak yol ve yerleşim alanlarının altında kullanılmaz hale geliyor. Kullanılabilir tarım arazileri yerine şehirleşme için tarıma uygun olmayan ya da terkedilmiş endüstri bölgeleri kullanılsa keşke… Oysa tam tersine sanayi tesisleri tarım arazileri üzerinde kuruluyor.

Tarım alanlarının yok olmasına yol açan diğer nedenlerin başında toprağın yağmur ve rüzgârla denizlere, okyanuslara sürüklenmesi geliyor. Dünyadaki bazı ülkelerde durum şöyle: Çin’de toprak, yenilenme olanağından 57 kat daha hızlı yok oluyor. Bu oran Avrupa’da 17 kat, Amerika’da 10 kat, Avustralya’da 5 kat daha hızlı. Toprak aşınmasının önüne geçmek zor, çünkü tarım alanları işgal edilirken bir yandan da ormanlık alanlar tarıma açılması için aşındırılıyor. Ormanın, ağaçların yok olmasıyla toprağı tutacak kökler de yok oluyor. Hem ormanlar yok oluyor hem tarım alanları.

Tarım alanlarını yok eden bir başka etken, şu sıralar Türkiye’nin de gündeminde olan jeotermal elektrik santralleri için açılan kuyular ve bu kuyular açılırken doğaya salınan ağır metaller. Bir diğeri de elbette bitmek bilmeyen savaşlar.

Ne yazık ki, tablo böyle… Bu tabloya bakınca Dünya’nın ve insanlığın geleceği hakkında öngörüde bulunmak için Hawking olmaya gerek yok.

Bunu Paylaşın