Kaybolan yıllar

MDN İstanbul

Levent Akson

Kaptan Levent Akson Türkiye’de motor imalatı konusunda atılan adımlar, yapılan çalışmalar ve kaçırılan fırsatlarla ilgili tarihi bilgileri ve tanıklıkları içeren makalesini MarineDeal News için kaleme aldı

3 Haziran 2002

Güney Kore Munsu Stadı; Türkiye-Brezilya milli maçı oynanıyor. İlk yarı 45. dakika; Yıldıray’ın soldan topu içeri kesmesi ve Hasan Şaş’ın müthiş volesi ile Türkiye ilk yarıyı 1-0 önde kapıyor. İkinci yarıda da Türk Milli Takımı müthiş oynuyor, sahanın en iyisi gurbetçi futbolcumuz Yıldıray, öyle bir futbol oynuyor ki, Brezilyalı spiker bir anda maç anlattığını unutup “Biri bu adamı durdursun!” diye milyonlarca Brezilya seyircisine mikrofondan sesleniyor.

Evet, Yıldıray durduruluyor, kimin tarafından mı? Bizim teknik direktörümüz tarafından! 66. dakikada oyundan alınıyor ve yerini yedekte bekleyen takım arkadaşına devrederek sahadan çıkıyor.

O maçı 2-1 kaybediyoruz.

26 Ekim 1837

Sultan II. Mahmut dönemi. İlk buhar makineli gemimizi denize indiriyoruz. ‘ESER-İ HAYIR’, ahşap tekne, yandan çarklı. Geminin denize inişinde Sultan Mahmut; “Hayatımın en mutlu günü” diyor, İngiltere’den alınan buhar makinesi ve kazanları ile Üsküdar – Sirkeci arası çalışıyor. İşte o tarihten bu yana tam 180 yıldır inşa edebildiğimiz tüm gemilerin makinesi yurt dışından getiriliyor.

Bu arada Batı’nın 1807 yılında gemilerde ilk defa buhar makinesini kullanmaya ve 1827 tarihinde de ilk çelik gemiyi inşa ettiklerini de belirtmeden geçmeyelim.

1874

‘Çılgın Türkler’in ilk yerli makine hamlesi geliyor.

Haliç Tersanesi’nde bir isimsiz kahraman (ismi ve ünvanı bilinmiyor) kopya bir buhar makinesi yapıyor, yanlış okumadınız, kopya!

O tarihe kadar bütün buhar makineleri İngiltere’den ithal edilmiş. Ağrına gidiyor. “Neden biz bir buhar makinesi yapamayalım ki!” diyor. Hurda bir buhar makinesini alıyor ve parçalara ayırıyor, tezgahlarda bire bir her bir parçayı işliyor ve ilk buhar makinemiz ortaya böyle çıkıyor. Bu makine, 50 metre boyunda, yandan çarklı İzmit yolcu gemisine konuyor ve yıllarca başarılı bir şekilde hizmet ediyor.

Devamı gelemiyor 1952 yılına kadar, çünkü 1875 yılında Osmanlı-Rus Savaşı başlıyor ve devamında bitmeyen savaşlar…

Mart 1954

1 Mart 1952 tarihinde Denizcilik Bankası kuruluyor ve 1954 senesinde Haliç Tersanesi’nde Kartal ve Kabataş isimli Sirkeci-Harem hattında çalışacak iki araba vapuru inşa ediliyor ancak makineleri yok?

Çılgın Türkler yine ortaya çıkıyor, hurda bir buhar makinesi bulunuyor ve binlerce parçaya ayrılıyor, bu parçalar tersanedeki ressamlara dağıtılıyor, resmi tamamlayan ressam diğer parçaya geçiyor, ressam yetişmiyor, modelhaneden ressam getiriliyor, binlerce parçanın resmi çıkarılıyor, bu resimlere göre aynı parçalar bire bir tezgahlarda yapılıyor ve aynı zamanda hurdaya çıkan buhar makinesinin arızalı parçaları yeniden yapılarak hurda makine toplanıyor. Hurdadan çıkarak arızalı parçaları yenilenen makine KARTAL, resim ve modelleme ile sıfırdan yapılan yeni buhar makinesi KABATAŞ’a konularak bir mucize gerçekleştiriliyor.

Bu mucizeyi gerçekleştiren ve emeği geçen başta Ata Nutku olmak üzere bütün ‘Çılgın Türkler’i hayatta iseler saygıyla, vefat etmişler ise rahmetle anıyorum.

1874 senesinden 1954 senesine, tam tamına 80 kaybolan yıl!

Bu 80 senede sadece 9 gemi yapılmış ülkemizde, en büyüğü 33 metre.

Yine bu sürede tek bir makine yapılmıyor. Uyuyarak geçen tam 80 yıl, ne kadar hazin öyle değil mi!

Bu arada, Batı’nın, 1912 senesinde, Titanic yolcu gemisini yaptığını hatırlarsak gemi inşasında ne kadar geri kalmış olduğumuzu daha da iyi anlamış oluruz.

Kasım 1937

Mustafa Kemal Atatürk, Pendik’te bir tersane kurulması talimatını veriyor.

Kasım 1940 

Yapımına başlanan Pendik Tersanesi İsmet İnönü’nün talimatı ile durduruluyor.

1961 senesine geliyoruz, Devlet Planlama Teşkilatı kuruluyor.

Genel Müdür Yardımcısı Nedret Utkan, Pendik Tersanesi ile birlikte Pendik Sulzer Motor Fabrikası’nın kurulmasını 5 yıllık kalkınma planına koyduruyor, planda ise “Denizcilik Bankası- Sulzer-Dünya Bankası” ortak bir şirket kuracak ve bu şirket hem kuruluşunu hem de işletmeciliği yapacak. Ön mutabakatlar yapılmış ancak ortada bir şey yok, gidiliyor İsviçre, Sulzer’e. Sulzer diyor ki; “Biz bir motor fabrikasıyız, sadece lisans veririz ancak Dünya Bankası evet derse biz varız”, gidiliyor Dünya Bankasına, Dünya Bankası da; “Eğer Sulzer ortak olursa biz de oluruz”, yani top çeviriyorlar, bakıyorlar ki olmuyor, bu projeden vazgeçiliyor.

5 Ocak 1977

Ülkemizde gemi makinesi yapılması konusunda son Çılgın Türk Ali Can, Denizcilik Bankası’na Genel Müdür Yardımcısı oluyor ve bu tarihten itibaren rüzgârın yönü değişiyor.

Ali Can, önce Sulzer’in Türkiye Mümessili Cihat İren’i ziyaret ediyor ve rica ediyor motor fabrikasını ülkemizde kurmak için. Aldığı cevap ise; daha önce bu konuda gayretler olduğu ancak sonuç alınamadığı. Ali Can ikna ediyor Cihat İren’i ve İsviçre’nin yolunu tutuyorlar, aldıkları cevap yine aynı: “Dünya Bankası da ortak olursa biz varız!”

Üzgün ve kırgın dönüyor Ali Can İsviçre’den ve bu görüşmeyi Genel Müdür Nezih Neyzi’ye arz ediyor, Nezih Bey dinliyor ve “Madem Dünya Bankası’nın ikna edilmesi gerekiyor haydi gidelim o zaman Amerika’ya!” diyor.

Ülkemizde, gelecek beş yılda ne kadar gemi yapılacağı ve bu gemilerde ne kadar ana makine ve jeneratör motoru kullanılacağı projesi ile Amerika’ya gidiyorlar, Dünya Bankası ikna oluyor ve kısa süre içerisinde İstanbul’a incelemelerde bulunmak üzere bir yetkili göndermeyi kabul ediyorlar.

Gerçekten de, kısa süre içinde, Dünya Bankası yetkilisi İstanbul’a gelir, toplantı salonuna alınır ve toplantı başlar, toplantının başında yetkilinin ilk sorusu, “Nezih Bey nerede?” olur.

“Efendim, Nezih Bey görevden alındı,” cevabı verilir, yetkilinin gözü duvarda asılı fotoğraflara takılır; “Bunlar kim?” diye sorar. “Efendim daha önceki genel müdürler” denince yetkili, “Bu kadar kısa sürede, bu kadar genel müdür değiştiren bir kurum ciddi olamaz” deyip çantasını alarak salonu terk eder.

Mart 1977 

Önüne bir dosya gelir Ali Can’ın, Camialtı Tersanesi’nde, D.B. Deniz Nakliyat Şirketi’ne 8 adet 5500 tonluk gemi yapılacaktır ve bu gemilere konacak 24 adet 750 beygirlik jeneratör için ihaleye çıkılmıştır ve kazanan firma Polanya’da Sulzer lisansı ile motor üreten Cegielski firmasıdır.

Bir anda kafasında bir şimşek çakar; “Ben neden bu motorları ülkemde yapmayayım ki!”

Kalkar gider Polanya’ya ve oturur Genel Müdür’ün karşısına, “Neden geldin?” der müdür,

Ben bu jeneratörlerin acil olan 6 adedini sizden komple alacağım ancak geri kalan 18 adedini ben ülkemizde yapmak istiyorum, Genel Müdür derhal reddeder, olmaz böyle şey diyerek.

Ali Can kararlıdır; “Siz bilirsiniz, eğer kabul etmez iseniz ben ikinci sıradaki şirket ile görüştüm ve kabul ettirdim, bu durumda bu motorları onlardan alacağım.” Aslında bu bir blöftür. Genel Müdür çaresizdir ve şu cevabı verir; biz bunu kabul etsek bile ana şirketimiz Sulzer- İsviçre kabul etmez. Cevap hazırdır Ali Can’da; “Siz biletleri alın, İsviçre-Sulzer’e gidelim, derdimizi anlatalım, siz kabul ettirirseniz komple 24 makineyi sizden alacağım ama ben ikna edersem 18 adedini ülkemizde yapacağım.”

“Peki” der Müdür, atlanır gidilir İsviçre Sulzer’e, çıkarlar yetkilinin karşısına, yetkili önceki teşebbüslerden Ali Can’ı ve Türkleri tanımaktadır, sempati de duymaktadır gayretlerimize. Tarafları dinledikten sonra “Peki.” der Sulzer yetkilisi Ali Can’a, ve ekler, “Bir şartla teklifinizi kabul edebilirim. Motor yapabilme kabiliyetinizi görmek adına İstanbul’a iki mühendis göndereceğim.”

Bir ay içinde 2 mühendis gelir İstanbul’a, alır götürülür fabrikaya, tabii önce dökümhaneye, kaverleri görürler, blok görürler, pervaneleri, linerları görürler ve en çok dökümhane başmühendisinden etkilenirler. Dökümhanenin başmühendisi bir bayandır; Günnur Hanım.

Günnur Hanım, elleri simsiyah, yağ içinde olmasına karşın, mükemmel İngilizce konuşan bir hanımefendi. Mühendisleri hayli şaşırtır ve daha sonra makine atölyesi gezilir, hayran kalınır makinelere ve çıkarttıkları işlere güzel bir rapor yazarlar ve “Teknik İş birliği Anlaşması” imzalanır.

Bu şu demek; motor ülkemizde yapılırken kendi mühendislerini de nezaret etmek üzere göndereceklerdir. Dünyanın her yerinde de böyledir. İş alınır ama ortada daha motor fabrikası yeri yok! Peki nerede yapılacak? Akla saç işleme atölyesi gelir ve buradan motor yapımına bir bölüm tahsis edilir.

1 Mart 1982

Tarihi an, Çılgın Türkler; Ali Can, Günnur Dikeç, Turhan Seçer, Mahmut Akaltan, Ayhan Kural, İrfan Balçık ve 80 kişilik tüm ekip. İlk makine test edilecektir. Ortalık sessiz, nefesler tutulmuş, sinek uçsa sesi duyulacak heyecan o derece, ya bir başlangıç ya bir son, an o an!

750 beygirlik bir makinenin ilk çalışma sesini duymadı iseniz şöyle ifade edeyim; önce bulunduğunuz zemin sarsılmaya başlar, büyük bir gürültü ile… Kulaklığınız yoksa ve çok yakın iseniz sağır dahi olabilirsiniz. Düğmeye basılır, zemin sarsılmaya ve makineden gelen müthiş gürültü duyulmaya başlar, bir süre kimse konuşamaz, kimileri dua etmektedir. Bir alkıştır kopar, birbirlerine sarılır mühendis, teknisyen, işçiler ve tabii emeği geçen herkes… Kocaman insanlar olduklarına aldırmaksızın göz yaşlarını saklayamazlar. Başarılmıştır. Bundan sonra başarılacak 98 motor gibi…

1982 yılından 1999 yılına kadar Pendik Sulzer Motor Fabrikası’nda yapılan 99 gemi motoru  başarı ile teslim edilmiştir ve bir kısmı bugün hâlâ tıkır tıkır çalışmaktadır. Artık durdurulamayacak olan Türk’ün motor yapma gücü yabancıları hayli rahatsız etmektedir. Türkler uluslararası pazardan pay almaktadırlar ve yerli katkı payını yüzde 65’e kadar çıkarmayı başarırlar. Batı; “Biri durdursun artık bu “Çılgın Türkler”i dediği ana kadar…

10 Kasım 1999

1999 depreminden sonra Gölcük’te oluşan yıkım ile ihtiyacını karşılamak için Deniz Kuvvetlerimiz’e devredilen Pendik Tersanesi yerleşkesinde bulunan Pendik Sulzer Motor Fabrikası, ne hazindir ki 10 Kasım 1999 tarihinde, 99 ana motoru başarı ile teslim ettikten sonra Deniz Kuvvetlerimiz’in de ihtiyacı olmadığı gerekçesi ile kaderine terk ediliyor.

Bu maçın sonucu mu? Batı; bu geçen 17 senelik sürede, ülkemize motor satarak sağladığı 60 milyar dolar gelir (yedek parça ve önümüzdeki 30 sene bağımlılık hariç) – Türkiye; Kaybolan 17 yıl, kaybolan ümitler ve kaybolan geleceğimiz.

Bunu Paylaşın