‘Milli sevk sistemi Donanma’nın öncülüğünde yapılabilir’

MDN İstanbul

Milli bir sevk sistemi imalatı konusunda görüşlerini bildiren Amiral (E) Prof. Dr. Nurhan Kahyaoğlu,’Ortaya bir üretim vizyonu konulduğunda alt komponentleri de kısa sürede üretmek mümkün olacaktır’ dedi

Almanya ile yaşanılan politik sorun nedeniyle, Almanya’nın savunma sanayi projelerimizde Alman menşeli sistem ve cihazlar üzerinden ülkemize ambargo uygulaması bir süredir gündemi meşgul etmekte.

Deniz Kuvvetleri’nin kullandığı MTU tahrik sistemi de bu kapsamdaki sistemler içerisinde değerlendirilebilir. Tabii bu noktada ana soru: “Bu süreç yukarıda tarif edildiği üzere olumsuz bir gidişe dönerse ve Alman sistem ve cihazlarında bir ambargo söz konusu olursa Milli Gemi ve İ Sınıfı Fırkateyn inşası nasıl etkilenir?

Geçmişteki tecrübem böyle bir durumda çok daha motive olarak yeni ve milli teknolojilere yelken açabileceğimizi düşündürmekte.

Biz bu tür süreçleri daha önceleri de yaşadık. Kıbrıs Barış Harekatı süreci olmasaydı, belki bugün Aselsan, Havelsan ve Roketsan gibi firmalarımız olmayacaktı. Ambargo süreçleri bizleri daima millileşme ve yeni teknolojiler üretme yoluna sevk etmiştir.

Ayrıca Almanya daha önce de benzer bir karar almıştı. Biz de W6 bakımlarımızı kendimiz yapmaya başlayarak bir cevap vermiştik. Biz bu sürecin sonunda daha önce ana makinaları  Almanya’ya gönderirken, ambargo nedeniyle edindiğimiz tecrübe ile ana makinaları Almanya’ya göndermemeye başladık ve bakımlarını ülkemizde yaptık. MTU Türkiye’nin kurulma süreci buraya dayanır. Özetle demek istediğim ambargolar Türk Savunma Sanayi’ne hep pozitif etki olarak dönmüştür.

Son gelişmeler neticesinde bir süredir konuşulan ve medyayı da meşgul eden, zaman zaman siyasetin de gündemine oturan “Milli bir sevk sistemi ihtiyaç mıdır?”  sorusunu soralım o zaman.

Bu soru üzerine kafa yoran ve farklı bakış açıları geliştiren birçok bilim ve sanayi insanı bulunmakta. Dolayısıyla durduğunuz yere göre vereceğiniz cevaplar değişkenlik gösterebilir.

Bu anlamda benim bakış açım üretim ve tasarım olarak iki farklı ama birbirini tamamlayan süreç üzerinden olacak. Genelde üretim imkan kabiliyeti ile tasarım kabiliyeti karıştırılır. Tasarım imkan kabiliyetinde bilgi ve inovasyon vardır. Tasarım bilgi birikimine sahip olan devlet veya firmalar dünyanın istediği bölgesinde üretim yaptırabilir. Çin ve Hindistan’da yapılan üretimler bunun en güzel örneğidir.

Bu perspektiften bakıldığında dizel makina ya da gaz türbini üretmek önemini yitirmiştir. Önemli olan sistemin nasıl çalıştığını bilen ve o sistemi yeni teknolojiler ile tekrar tekrar tasarlayabilecek mühendislere sahip olmaktır. Tüm sevk sisteminde kendine ait özgün bir tasarıma sahipsen dünyanın istediğin bölgesinde bu üretimi gerçekleştirebilirsin.  Önemli olan komple sevk sistemi tasarımıdır. Teknolojiye hakim olabilmek ve ona yön verebilmektir. Üretim imkan kabiliyeti sonra gelir.

Örnek vermek gerekirse; TCG Heybeliada ve Burgazada korvetlerinde uygulanan sevk sistemi benzersizdir. Tasarımı Alman MTU firmasına aittir ancak Türk Deniz Kuvvetleri’nin isteklerine göre dizayn edilmiştir. Uygulama ve onay süreçleri ortaklık içerisinde yapılmıştır. Test süreçlerinde Türk mühendislerin katkıları muazzamdır.

Bu noktada yeterli midir sorusu karşımıza çıkmaktadır. Tabii ki yetersizdir. Dünden daha iyi olmak zorundayız ancak kaynakları kısıtlı bir toplum olarak önceliklerimizi belirlemeliyiz.

Türkiye’de yeni bir sevk sistemini geliştirecek yeterli birikime sahip mühendis kadrosu mevcuttur. Önemli olan bu kadroyu bulup bir çatı altında toplayacak önderliği ve vizyonerliği göstermektir. Yoksa Türk mühendisi yeterli bilgi düzeyine sahiptir.

Üretim bacağında da aynı görüşü belirtebiliriz. Üretim tabii ki çeşitli deneme yanılma süreçlerini içerir ancak Türk Sanayisi’ni de küçümsememek gerekir. Ortaya bir üretim vizyonu konulduğunda alt komponentleri de kısa sürede üretmenin mümkün olacağını değerlendirmekteyim.

Ancak bu üretim şu an hangi motor tipi için yapılmalı?

Tabii ki klasikleşmiş tahrik sistemlerinin dışına çıkmalıyız. Dünya yakıt pilini, Power Elektronics’i, Magneto Hidrodinamiği, konuşuyor ki zamanla bunlar bile demode hale geliyor. Teknoloji çok hızlı gelişiyor ve değişiyor. Bu hızı takip edecek kurumlar elbette üniversiteler. Üniversiteler bilim üretme düzeyinde çok etkili olabilirler. Sanayiyi sürükleyecek yeni bilgileri inşa edebilirler.

Ancak süreç kesinlikle Deniz Kuvvetleri’nin öncülüğünde olmalı. Türkiye’de bu süreci en kurumsal ve sağlıklı yönetebilecek yapının Türk Deniz Kuvvetleri olduğunu düşünüyorum. Milli gemi üretimi yönetimi sürecinde elde edilen deneyim ve tecrübem bana bu yolun en doğru yol olacağını hissettirmektedir.

Özel sektör penceresinden bakarsak da bir sevk sistemi tasarlamak, üretmek ve bakım tutumunu yapacak kadrolar kurmak maliyetli olabilir. Kredi bulma, kredi için teminat inovasyon ve tasarım için fon desteği devlet tarafından karşılanabilir. TÜBİTAK, Bilim ve Sanayi Bakanlığı, Ekonomi Bakanlığı, Savunma Sanayi Müsteşarlığı bu anlamda öncü rol alabilir. Yetkili girişimci ve akademisyenler de “Proje kapmak değil, proje yapmak” istesinler, olmayacak iş değildir.

Bunu Paylaşın