‘İnsanlara ne istediklerini sorsaydım, daha hızlı giden at üretirdim!’

Deniz Mehmet Irak

dmehmetirak@marinedealnews.com
“Bana karşı anlayışlı davranan tek kişi terzimdi. Her gördüğünde yeniden alırdı ölçülerimi.

Onun dışında herkes önceki ölçülerin bana hep uyacağını sandı” demişti Bernard Shaw…

Yani, dünün ölçüleri, hiçbir zaman bugüne uymadı.

Dünya her geçen saniye değişiyor. İklimiyle, coğrafyasıyla, nüfusuyla…

Ve kazananlar, bu değişimi okuyabilen akıllı terziler olacak.

1970’de 3,7 milyar olan dünya nüfusu 2030’da 8,4 milyar olacak.

Enerji üretimi karalardan denizlere kayacak. Yenilenebilir enerji ve offshore enerji bambaşka bir boyuta ulaşacak. Bugün 270 olan offhore platform sayısı, 2030’da 600’ü aşacak.

Bugün Mars’ın yüzeyini bile santim santim keşfetmiş durumdayız. Ancak 100 metre altımızdaki okyanuslar tabanında ne var bilmiyoruz! Bu bilinmez okyanuslar bu yüzyılın kaderini çizecek!

Dün ucuz üretim ile dünyaya sadece üretimde hizmet eden Asya, kalabalık nüfusu ile hem üreten hem tüketen bir hale gelecek. Sermaye ihraç edecek, tedarik zincirleri kuracak ve bu zincirleri korumak için büyük deniz güçlerine ihtiyaç duyacak. Bugün, “One Belt, One Road” projesi ile Afrika’dan Avrupa’ya ağ kuran Çin, yarın Güney Amerika’ya uzanacak.

Dolayısı ile ticaret yolları değişecek, Asya-Pasifik hattına güç kayması olacak.

Mücadelenin yeni alanı Hint ve Pasifik havzası olacak.

Yeni ittifaklar, yeni konuşlanmalar yaşanacak. NATO güçlerini yeni mücadele alanlarına kaydıracak. Açık ve net olan; hava ısınacak, gerginlikler tırmanacak.

Haliyle yeni teknolojiler üretilecek, yeni sistemler gelişecek. Ve bu noktada farkı, bu yönelişi doğru okuyup, yarattığı kuvvet yapısı ile “asimetrik avantajlar” yaratanlar, uluslar bütünlüğünü koruma hakkına sahip olacaklar.

Geriye kalanlar içinse “Vatansız kalan Suriye halkı” en güzel örnek!

***

Tüm uluslar, değişen ve süratle gelişen dünyada güvenliklerini sağlamak için donanmalarını güçlendirmeye devam ediyor.

Malum ABD’nin savunma hattı okyanuslarda başlıyor!

Bu Çin ya da Rusya için farklı mı?

Peki ya biz? “Millî Mücadele” de, tarihte ilk defa son Anavatanımızı kaybetme riski ile karşı karşıya kaldığımız o tehdit, Anadolu’ya denizlerden gelmedi mi?

Atatürk, donanmanın kıymetini Trablusgarb’a tek gemi gönderemediğimiz, Çanakkale’de yüzyılın armadasına 26 mayın ile karşı koyduğumuz o günlerde anlamadı mı?

Dolayısıyla denizleri okuyabilen devletler donanmalarına yatırım yapmaya devam ediyor!

Önümüzdeki 25-30 yılda inşa edilecek yeni 1800’den fazla gemi ile 840 milyar dolarlık bir gemi inşa pazarı oluşması bekleniyor. Küresel ortamının ısınma ivmesinin aynı olmayacağı hesaplanırsa, bu rakam çok daha yüksek marjlara varabilir.

Asya-Pasifik havzasındaki gerilim o bölgedeki ülkeler ile, o bölgeye ilgisi olan ülkelerin silahlanması anlamına gelecek. Çin ve Hindistan’ın 2030’a kadar 100 parça gemiyi donanmalarına katması bekleniyor. Bu anlamda Pakistan’ın da bu silahlanma yarışında geride kalacağını düşünemeyiz. Türkiye-Pakistan ilişkilerinin geldiği nokta, Türk savunma sanayinin dünyaya tanıtılması açısından çok daha önemli noktalara gidebilir.

ABD donanması ise 273 parça olan donanmasını, 308’e çıkaracak. Gemi ömürlerinin 30-40 sene arasında değiştiği öngörülürse, 2045’e kadar yeni 260’dan fazla parça geminin donanmaya katılması bekleniyor. Bu da 550 milyar dolar civarında bir bütçenin ayrılması demek.

Diğer taraftan Güney Kore, Avustralya ve Japonya donanmalarına yeni gemiler katacak önemli pazarlar olarak dikkat çekecek. Tabi bu ülkelere herhangi bir ürünü pazarlayabilmek, öncelikle politik güç gerektirmekte! Bu da savunma sanayinin yazılı olmayan kurallarından!

Deniz savunma sanayinde yaşanan bu değişim ve süratli gelişim sahada da kendini gösterecek.

Su üstünde noktalar belli gibi…

Elektronik Harp, İnsansız araçlar (Hava, Su Üstü ve Su Altı), dizayn, modülerlik, tam elektrikli ana tahrik sitemleri, nükleer, balistik güdümlü mermiler ve daha bir nice konu…

Ancak burada akla gelen ilk soru diğerlerinden ayrılan ve fark yaratacak teknolojiler neler?

Çünkü önemli bir husus var. Bizim gibi ülkeler teknolojiyi yaratmıyor ancak tersine mühendislikle ya da teknolojinin transferi ile bilgiye ulaşıyor.

Adam Mars’a giderken, biz ana tahrik sistemi inşa etmeye çalışıyoruz?

Daha anlaşılır sorarsak: Bugün milli araba yapmak bizim için fark yaratmaya giden yol mudur? Tabi ki hayır. Araç teknolojisi ile ilgili bu ve benzeri sorular yanıtı Henry Ford seneler önce verdi.

“İnsanIara ne istedikIerini sorsaydım, daha hızIı giden at üretirdim!”

Yani meselemiz, ufkun ötesini görebilmek olmalı!

Dünya 4. Sanayi Devrimini konuşurken, beşinciye kafa yoran beyinler esas meselemiz olmalı.

Bu topraklar daha önce bunu başardı. İslam Rönesansı bu coğrafyadan çıktı. Yol belli. Yol Sokrates’in, Ploton’un, Aristo’nun yolu. Özgür düşüncenin, matematiğin yolu…

***

Fark yaratan teknolojiler tabi ki önemli. Ancak harp sahası bugün değişim geçiriyor. Rusya Federasyonu (RF) Genel Kurmay Başkanı General Valery Gerasimov 2012 yılında dünyayı yeni bir kavram ile tanıştırdı: “Hibrit Savaş”

Arap Baharı, Balyoz vb. davalar süreci bu kavramın sahadaki uygulama alanları olarak nitelenebilir. Dolayısıyla dünya siber savaşa ve algı operasyonlarına hazır olmalı. Bu anlamda basının gücü harp sahasından ayrı düşünülebilir mi?

Farklı düşünmeyi öğrenmeliyiz. İcat çıkarmalı, savunma konseptimizi klasik yöntemlerin dışına itmeliyiz. Bu ülkenin savunma konsepti sadece klasik askeri yöntemler ile belirlenemez, bu aşikâr. Askeri birimler, devletin diğer kurumları ile üniversiteler iş birliği süreçlerini çok daha aktif yürütmeli. Aksi halde tren bizim için kaçmış olur. Balyoz sürecinde alınan yaranın çok daha büyüğü yeni hibrit savaşlar ile yürütülebilir.

Ya da diğer önemli bir noktaya değinelim: Nükleer!

Bugün ABD’nin konvansiyonel gücüne karşı koyabilecek bir devlet var mı?

Peki, Rusya’nın Kırım’ı ilhakını ve Suriye’deki politikasını nasıl okuyacağız. Arkasında dünyanın ağzını yüreğine getiren nükleer gücü olmasa böyle davranabilir mi?

***

Fark yaratan teknolojiler konuşulurken öne çıkan birkaç konu var. Burada bizim için akla gelen ilk soru sanırım: “Sensörlere mi yatırım, yoksa ateş gücüne mi?”

Bu soru savunma sanayi şirketleri için kâr bazında anlamlı belki? Ancak devletler için ateş gücünün başı çektiği aşikâr. Bir platform düşünün, güdümlü mermisi yabancı olsun! Harp anında hedefle buluşup buluşmayacağı tam bir muamma değil mi? Falkland Savaşında Arjantin’in ilk başarılı exocet angajmanından sonra bir daha hedefi vuramamasında Fransa parmağı nedir acaba? İngilizlere bu desteği veren Fransa, Nelson’u ve İngiliz Donanması’nın hışmını unutamamış sanırım!

Bu çerçevede uzun menzilli milli bir güdümlü mermiye ulaşmamız şart! Roketsan ve Aselsan iş birliği ile projesi devam eden ATMACA, Türk donanması için bir mihenk taşı olacak.

Diğer taraftan dünyada silah teknolojilerinin geldiği boyut oyunun kurallarını değiştirebilecek gelişmelere gebe. Elektromanyetik fırlatma, lazer ve hipersonik silahlar kuralları, konseptleri kökünden değiştirebilir.

Dünya bu silah sistemlerini konuşuyor.

Bu silahlarla, insanoğlu sonunu mu hazırlıyor? Sanırım konumuz bu değil…

Ateş gücü kabiliyetinin kazanılması kadar önemli başka bir husus daha var bizim için! Oyunu değiştirebilecek, “siyah kuğu” etkisi yaratabilecek silahlara ve yaklaşımlara sahip olmak! Bu anlamda su üstü tükeniyor. Deniz savaşlarının su üstü safhaları belki de dakikalar içinde sonlanacak. Sonrası bulunamayan denizaltılar, mayınlar ve insansız sualtı araçları!

Yarının denizaltıları sadece gizliliği ve taşıdığı silahlarla bir tehdit olmayacak. Belki de taşıdığı insansız sualtı araçları yeni bir konseptin habercisi olacak.

Bir sualtı hayal edin.

Enerji sistemleri, haberleşme ağları, denizaltılar, küçük ve büyük insansız sualtı araçları.

Tanımlanmış deniz resminin sualtından tesis edildiğini hayal edin. Boğaz önleri güvenliğinin insansız sualtı araçları ile sağlandığını ya da insansız sualtı araçlarının zemine konuşlanabildiğini ve denizaltılara süratle bilgi verdiğini. İnsansız bir sualtı aracının bir balığın kıvraklığına sahip olduğunu, yeni metaller, yeni malzemeler hayal edin.

Dünya yeni bir kavram ile tanışıyor: “Denizdibi Savaşı”

Dolayısı ile “denizaltında komuta kontrol” yeni bir bakış açısı ile değerlendirilmeli belki de… Elektro manyetik spektrumun denizler altında kullanımı nasıl olacak? Suyun altında elektronik harp uygulanabilecek mi? Komuta kontrol için gerekli dev bilgi depoları oluşturulabilecek mi? Bu bilgiler işlenerek nasıl değerlendirilecek ve nasıl iletilecek?

Daha onlarca soru? Harp sahasında platformların en çok ihtiyacı olan şey gizlilik.

O da şu an suyun altında var.

Ve okyanusların transparan olduğu güne kadar da devam edecek. Ve o görünmeyen denizlerin altı için yeni bir süreç başlıyor. Milli Denizaltı inşası. Türk donanması bu yeni yönelimi okuyor.

Milgem’i inşa eden bu kadro şimdi suyun altına inecek.

Dünün ölçülerinin bugüne uymadığını bilen bu ekip, bu kez ölçüyü suyun altında alacak ve küllerinden yeniden doğan Donanmaya bir denizaltı dikecek!

Daha önce de yapamazsınız diyenlere inat, kendi söküğünü kendisi dikecek!

 

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın
dmehmetirak@marinedealnews.com