Yüce Yöney-Mülteci dramının içinde kaybolan zaman

MDN İstanbul

Büyülü sözleri kim biliyorsa söylesin, yoksa bu yıl da öncekinden farklı olmayacak; ne savaşlar bitecek ne zorunlu göçler. Geleceğe umutla bakmaya ihtiyacımız var ama bunun için önce gerekli adımları atmalıyız. 2016’dan dileğimiz bu olsun

Gerçekçi olalım, 2016 bir önceki yıldan pek de farklı olmayacak. Özellikle geçen yıla damgasını vuran mülteci sorunu ve savaşlar bu yıl da sürecek. Şaşırtıcı da değil bu. Modern tarihte dünya savaşları dışında bu boyutta bir göç dalgası yaşanmadı.
Elbette bu dalgalanmayı böylesine büyük boyuta taşıyan sorun Suriye’deki savaş. Aradan geçen dört yıla rağmen Suriye’deki savaşa da ondan kaynaklanan mülteci sorununa da bir çözüm bulunmuş değil. Yüzbinlerce Suriyeli Türkiye, Ürdün ve Lübnan’da kamplarda, onbinlerce mülteci ise hâlâ Avrupa yolunda. Uluslararası Göç Örgütü geçen ay 2015’te Avrupa’ya giden mültecilerin sayısının bir milyonu geçtiğini açıkladı. Örgütün verdiği bilgilere göre;  Yunanistan, Bulgaristan, İtalya, İspanya, Malta ve Kıbrıs’a ayak basan mültecilerin sayısı 1 milyondan fazla.
Elbette rakamın büyüklüğünde Suriye’nin yanı sıra Afrika ve Ortadoğu ülkelerindeki savaş, yoksulluk ve baskılar da etkili oldu. Bir milyon sayısı 2014’le kıyaslandığında dört katlık bir artışa denk geliyor.
Uluslararası Göç Örgütü’nün verilerine bakılırsa, 800 bin kişi Türkiye üzerinden Yunanistan’a geçti, bu insanların 455 binden fazlası Suriye’den, 186 bin kadarı da Afganistan’dan geldi. Ve korkunç bir sayı daha:  Avrupa’ya geçmeye çalışırken Akdeniz’de boğulanların sayısı yaklaşık 3 bin 700 kişi.
Avrupa Birliği Komisyonu’na göre de Türkiye’den Yunanistan’a eylül ve ekim aylarında günde ortalama 6 bin 970 mülteci geçiş yapıyordu. Ancak bu sayı Türkiye’nin Avrupa Birliği ile yaptığı mülteci anlaşması sonrası aralık ayı başında günde ortalama 3 bin 731’e düştü.
Birleşmiş Milletler’in (BM) verileri de dünya ölçeğinde daha önce görülmediği kadar mültecinin varlığını teyid ediyor. BM’nin tahminine göre dünyada savaş ve şiddetten kaçan 60 milyondan fazla insan bulunuyor. BM’nin tahmini rakamları dünya çapında her 122 kişiden birinin ya mülteci olmak için bir ülkeye sığınma başvurusu yaptığını ya da evini terk ederek yollara düşmek zorunda kaldığını gösteriyor.
Bir veri daha… Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin konuyla ilgili aralık 2015’te yaptığı açıklamada, evsiz barksız kalanların sayısının ilk kez 60 milyon sınırını aştığı söylendi. Aynı açıklamada, Suriye’nin yanı sıra Güney Sudan’daki duruma da dikkat çekildi. Bu ülkedeki savaşın da büyük sefalet ve acılara neden olduğu anlatıldı.
Mülteci sorunuyla baş etmek için her ülkenin kendine göre önlemler aldığı biliniyor. Mülteci akınından en fazla rahatsız olan Avrupa Birliği, geçen ay dış sınırlarını daha iyi korumak için bir öneri paketi hazırladı. Muhtemelen ana hatları değişmeyecek biçimde bu yıl uygulamaya koyulacak ‘AB Sınır Muhafızları’ paketinde dış sınırların korunmasında görev yapan Frontex’in görev alanını, sınır ve sahil güvenlik birimi olarak değiştirilmesi öneriliyor. Önerilere göre bir üye ülkenin sınırlarını koruyamaması ya da korumak istememesi halinde Frontex birimleri devreye girecek.
Türkiye’de, Antalya’da kasım ayının sonunda düzenlenen G20 Zirvesi’nde de alınan kararlar aynı mantığın uzantısıydı. Özetle sınır güvenliği, insan hayatının önüne geçiyordu.

Sorumlusu değil ama kurbanı
Ne yazık ki savaşların nedeni ve sorunlusu olmayan çocukların kurbanı olmalarının bu yıl da değişmesini beklemek için bir neden yok. Sorun öylesine derin ki kısa vadede sorunun halledilmesini beklemek mümkün değil.
UNICEF 2015 yılında 16 milyondan fazla çocuğun çatışma ortamlarında doğduğuna dikkat çekiyor. Bunun anlamı her sekiz doğumdan birinin çatışma ortamlarında yapıldığı…
UNICEF Genel Direktörü Anthony Lake’in ifadesi tüyler ürpertici gerçeği gözler önüne seriyor: Her iki saniyede bir, bir bebek ilk nefesini çoğu kez çatışma ortamlarında genellikle korkunç koşullarda ve tıbbi bakıma erişimi olmadan alıyor. Bugün çok sayıda çocuk hayata, silahlı çatışmalardan doğal felaketlere, yoksulluğa, hastalıklara veya beslenme yetersizliğine kadar uzanan son derece olumsuz koşullarda başlıyor. Yaşamaya bundan daha kötü bir başlangıç olabilir mi?
Söz konusu çatışmalar ağırlıklı olarak Afganistan, Orta Afrika Cumhuriyeti, Irak, Güney Sudan, Suriye ve Yemen’de. Ve ne yazık ki Türkiye de bu ülkeler arasında sayılıyor.
Bu ülkelerde ya da çatışmalardan kaçmak için çıkılan tehlikeli yolculuklarda yeni doğan çocuklar ve annelerinin yaşadığı dram insan aklını zorluyor. Sadece Türkiye’de, bizim sınırlarımızda yaşanan trajediyi hatırlamak bile sorunun boyutunu kavramak için yeterli.
UNICEF hamile kadınların tıbbi yardım alamadan, sağlıksız koşullarda doğum yapmak zorunda kaldıklarını hatırlatıyor. Dahası, çocuklar daha beş yaşına gelmeden hayatını kaybediyor, uzun dönemdeki duygusal ve bilişsel gelişimlerini engelleyebilecek travmalarla karşılaşıyor.
Çocuklar üzerinden bakarsak rakamlar da aynı vurguyu yapıyor…
2015’in ilk dokuz ayında 200 binden fazla çocuk Avrupa Birliği ülkelerine sığınma başvurusunda bulunmuş. Ki bunun anlamı, 2014 yılında tüm dünyada savaş, şiddet ve baskılar nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalan 30 milyon çocuğa yenilerinin eklendiği.
Çeyrek milyondan fazla çocuk, çatışmaların sürdüğü ülkelerde ya da bölgelerde yaşıyor. Bu çocuklar sağlık, eğitim, gelişim gibi temel haklarından yoksun, en önemlisi yaşam hakları da ellerinden alınabiliyor.
UNICEF’in verilerine göre, yarım milyondan fazla çocuk sık sık sellere maruz kalan bölgelerde hayatını sürdürürken, yüksek veya aşırı yüksek derecede gerçekleşebilecek kuraklık riski taşıyan bölgelerde yaşayan çocuk sayısı da hemen hemen 160 milyonu buluyor.
Ve çocukları vuran en önemli etkenlerden biri yoksulluk… Şöyle özetleyelim: Dünya nüfusunun yaklaşık olarak üçte biri çocuklardan oluşuyor ve bu oran aşırı yoksulluk içinde yaşayan insanların sayısına bakıldığında yarı yarıya olarak değişiyor.

Refakatsiz çocuklar
Mülteci çocukların içinde çok sayıda “refakatsiz çocuk” bulunuyor. Bu kavram uluslararası literatürde “anne ve babasından ayrılmış olan ve hukuk veya geleneğe göre kendisinden birinci derecede sorumlu olacak birinin bulunmadığı” 18 yaşından küçük kişiler için kullanılıyor. Kimi daha ülkelerinden yola çıkmadan ebeveynlerini kaybetmiş, kimi yolda ailelerinden ayrı düşmüş çocukların sayısı hiç de az değil. Rakamlarla konuşmanın da imkanı yok, çünkü bu çocukların büyük bölümü kayıt altında değil. Tespit edilenlerin statüsüne bakılmaksızın devlet koruması altına alınması gerekiyor.
Refakatsiz çocuklar çoğunlukla geri gönderme merkezlerine alınıyor. Ve standartları hiç de kriz dönemlerine göre düzenlenmemiş bu merkezlerde bir azap dönemi başlıyor çocuklar için. Zaten sonuçta ya geri gönderiliyorlar ya da sınırdışı prosedürüne tabi tutuluyorlar. Halbuki olması gereken çok farklı. Devletin derhal eğitimden oyun hakkına kadar tüm haklarından yararlanabilecek şekilde bakım sağlaması gerek refakatsiz çocuklara. Türkiye dahil mülteci krizinden etkilenen, bu sürece taraf olan her devlet için geçerli bu. Çocukların statüsü ne olursa olsun, Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’ye göre de Türkiye’deki Çocuk Koruma Kanunu’na göre de koruma altına alınması gerekiyor. Fakat ne yazık ki çocuğun yüksek yararına işleyecek bir mekanizmadan çok bürokrasinin çarkları işliyor. Bakanlık kimlik, statü vermenin peşinde mevzuata sıkışıp kalıyor, çocuklar da sistemin içinde nefes alamıyor ya da yaşam haklarının bile ellerinden alınabileceği kaçtıkları ülkeye geri gönderiliyor.
Tam da bu nedenlerle devletlerin hem fiziki sınırlara hem de toplumsal sınırlara setler koymaması, aksine mültecilerin haklarını tanıması ve başta çocuklar olmak üzere tüm mevcut olanaklardan yararlandırması gerek.

Bunu Paylaşın