-“Önce sen”, -“Yok yok önce ben”

Yeşim Yeliz Egeli

yesimegeli@marinedealnews.com

Halimiz bu oldu. Aynı şeyi konuşup, anlaşamamak neyin kafasıdır? Ağlasak mı gülsek mi…
Kavramlar, kelimeler, bizi biz yapan değerler… Buzullar gibi hızla eriyorlar. Nesli tükenenler gibi fosil olup yitip, gidiyor. Sıkı sıkı tutsanız da, nafile… Kimi bunların güzeline kimisi çirkinine maruz kalarak büyüyor ve sonuçta “ben de ‘insan’ım” diyor.
İşte burada sosyo-psikolojik açıdan benim kafam karışıyor.
Karmakarışık düşüncelerimin herhangi birinin neresinden tutsam, olmuyor. Ne denklem tutuyor, ne inanç, ne de… Güzel ahlak fakiri mi olduk? Bunu ölçen analistler varsa rakamları bıraksınlar da sosyolojik bir değerleme yapsınlar. Bakın o zaman rakamlar yukarı yönlü düzeliyor mu düzelmiyor mu, görsünler!
İnsan çoğalıp, kendi türünden yenileri geldikçe, eskiler yitip gidince dünya düzeni yine aynı devam edecekse, ne diye başkasını dönüştürme çabası veriyoruz? Bırakalım kötü kötü kalsın, iyi de iyi… Siyah siyah, beyaz beyaz.
Kazın ayağı öyle değil işte… O ‘iyi’, bilerek veya istemeyerek kendince bir faydalı iş için ‘kötü’nün ayağına mı bastı, eyvah eyvah, düzen çığırdan çıkıyor. Hemen nüktedan söylemler, öfke patlamaları, naralar, nidalar… Güzel Ahlâk sahibi bozulmuyor, TDK’nın kaldırdığı a’nın üzerindeki “^” gibi ne şekle girse kâr etmiyor. Kendini bilenin, gönlü üzülüyor bir kere…
Kayıtsız kalmak mümkün mü? Değil!
Bu yaşama gelirken sırtına yediğin şaplak veya göçerken kalbine yediğin bir yumruk sonunda, verdiğimiz bir “son” nefes değil mi! Neyin öfkesi, neyin patlamasıdır bu…
Hey “iyi kişi” sen rahat dursan; karşı görüş, anlayış, kültür her neyse rahat durmuyor ki, gelip: “Sen ayağıma mı bastın, bana uymadın mı, al kafana balyozu bir ayıl da gör gününü” diyor. İyi de o insanın da dünyaya gelişini, “O” güzel istedi, ne diye zindan ediyorsun, kardeşim! Senden, fikrinden, kültüründen yoksun diye, bu eziyet niyedir, afran tafran kimedir? “O” güzele mi?
Tövbe estağfurullah!
Problemi buldum: Önce “BEN!”
Çözümü de: Önce “SEN!”
Bu yazıyı yazarken kaç gündür beni insanlığımdan edecek bir çok konu, başlık, düşünce, olay; yaşadığım, gördüğüm, duyduğum geldi aklıma. Bir yazıp döşeneyim dedim, sonra ne yaptım biliyor musunuz ‘öptüm’ onları ve öldüler. Çöp oldular.
Nasıl mı?
Yazarken, gönlümü karartanların ağırlığından öperek kurtulup yer açtım. Sonra, Fikret Kızılok’u açtım. İnanın iyi geldi, 10’lu yaşlarımın son demlerindeki duygularımı, sevinçlerimi anımsayıp yeniden “%80” yüklendim. Yenilendim.
Tavsiyem: Sade kalmak için için öfkeden önce veya ‘öptük’ten sonra dinleyin. Deneyin bakın nasıl işe yarıyor. YouTube kapalı ama Spotify’dan dinleyip demlenebilirsiniz.
Fikret Baba diyor ki: Doğru söze kıymet verdim, savundum. Dokuz köyden kovuldum. Yelelelliii, Yelelelliiii… Bir de “Demirbaş” şarkısını dinlemenizi tavsiye ederim. Hikâye bildik; biraz kara mizah, biraz hüzün, biraz alâ komedi. Özledik yahu: Söyleten, söyleyen, hem yazan hem oynayan ve de çizenleri…
Navlun hareketleri, alacaklar, verecekler, kontratlar, dolarlar, eurolar ve sairler, şöyle bir yana dursun. Atlayın yatınıza, vapurunuza, sandalınıza ya da ‘tabanway’la kıyıdan kıyıdan… Açılın maviye… Çay bardağına ne severseniz onu koyun ve lıkır lıkır için. Ve bir oh, çekin!
İstanbul’a bahar, erguvanlar açınca gelir. Gelmesine geldi de, zahir naz yapıyor. Demem o ki aslında; o güzelim bahar “gönül düşmanlarına” gelse, bir sevinsek, hep beraber çalıp oynasak ne çıkar?

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın
yesimegeli@marinedealnews.com