Cari-kırılgan-İşlemler

Gökhan Esin

gokhanesin@marinedealnews.com
Türkiye ekonomisi kırılgan bir ekonomi, özellikle finans sektörü. 1990’lardaki kırılganlığın nedeni; devletin mali açık vermesiydi. Bankalar, açığın kapanması için devlete borç verme yarışına girerlerdi. Şimdi senaryo daha farklı. Cari açık var. Cari açık artıkça kırılganlık tehlikeli seviyelere yükseliyor

30 yıllık tarihsel bir perspektiften bakıldığında cari açık/GSYH oranının en yüksek seviyelerini yaşadığımız söylenebilir. 2013 yılı için bu oran yüzde 7,5 olacak gibi… Öte yandan 2012’de yüzde 6,1; 2011’de ise yüzde 9,7 olduğu görülüyor. Yani 2011 yılında ülke üretiminin yüzde 10’nuna yakın seviyede borç almışız. Açıkçası, son dönemdeki küresel likidite bolluğu nedeniyle dış finansman konusunda önemli bir sıkıntı çekmedik. Likidite bolluğu döneminde cari açık için yapısal bir çözüm bulmak yerine, kolayca likidite bulunabilmesinin  yarattığı rehavet ekonomi için zararlı oldu. Demek ki, son yıllarda cari dengenin korunmasına yönelik düzgün adımlar atmadığımız gibi, borçlanmanın döviz olması, dövizdeki kur artışının ülke ekonomisine olan olumsuz etkisini de perçinledi.

Peki neden Türkiye bu
derece borç alabildi?
Basit, küresel likidite. ABD, Japonya ve bir kısım Avrupa ülkelerinde, yatırımcılar yüzde 0 ya da sıfıra yakın oranla borç alıyor ve bu parayı Türkiye’de faize yatırdığında, yüksek getiri sağlıyorlar. Türkiye’ye borç vermek karlı bir iş… Ancak, yurtdışındaki faiz oranları yükselirse, bu para ülkemize gelmeyecek. Bu nedenle, FED’in sıkılaştırma kararları piyasaları derinden etkiliyor. İşte sıcak para denen mesele de bu!
IMF’nin analizlerine göre; ülkemizde istikrarlı bir cari denge için tutarlı olan ekonomik büyüme oranı yüzde 2,75-yüzde 3,5’dir. Bunun üzerindeki büyüme, Türkiye açısından artık sürdürülemez bir olgu yaratacaktır, denmektedir.
Mantıklı, herhangi bir birey ya da devlet, gelirinin yüzde 5 – yüzde 10 ile borç almaya devam ederek hayatını sürdürebilir mi? Borçlar ödenmek zorunda. Dolayısıyla, cari açık oluşuyorsa, bazı dönemlerde de cari fazla yaratmak gerekir ki; denge oluşsun. Örneğin, büyüme yerine yüzde 4,7’lik bir daralma yaşandığı 2009’da ve büyümenin sadece yüzde 2,2 olduğu 2012 yılında cari işlemler dengesinde bir önceki senelere kıyasla düzelme gerçekleştiği görülüyor.

Cari açık sürdürülebilir ama…
Elbette, teknik olarak düşük cari açık sürdürülebilir, ama Türkiye’nin cari açığı bu kalıba uymuyor, sığmıyor! Açıkçası, FED’in tahvil alımını azaltmasına yönelik kararı cari açık için kötü haber. Çünkü, dünya genelinde likidite havuzu küçüldükçe, yatırım yapmak için fırsat kovalayan para miktarı azalıyor ve yatırımcı ürküyor. Ancak, tüm gelişen ekonomilerin bu sıcak paraya ihtiyacı olduğunu ve bu sebeple çekici adımlar atacağını hatırlatmak isterim. İçinde bulunduğumuz dönemde, uluslararası yatırımcının kararsızlığı artmaktadır. Ülke içinde yaşanan politik fırtınayı dikkate almaları halinde, kısa vadeli yatırımcının seçeneğini diğer gelişmekte olan ekonomiler lehine kullanması pek mümkün. Azalan istikrar Türk Lirasında değer kaybı yaratıyor ve ülkemizin kısa vadeli döviz borçlarını ve cari açığını fonlaması daha da güçleşiyor.
Bu halde, cari açık patlamaya hazır bir bomba haline dönüşebilir. Buna bağlı olarak da; tüketim azalır, konut fiyatları düşer, yatırım azalır ve sonuç olarak ekonomik büyüme oldukça yavaşlar.

Eğrisiyle, doğrusuyla
bakarsak
Yukarıda bahsettiğim gibi, siyasette yaşanan güvensizlik, yükselen kur değerleri, ana ihracat piyasamız olan AB’deki zayıf düzelme gibi gelişmeler bu sene büyüme hızının yüzde 3’ün üzerine çıkmasını imkansız hale getirebilir. Kaldı ki, 2014 için beklenen büyüme yüzde 4. Bu bakış açısı önemli çünkü IMF’ye göre “sürdürülebilir bir cari açık düzeyi” yüzde 2,75-yüzde 3.
Fakat ekonomik büyüme bu denli düşük gerçekleşirse, işsizliğin yükselmesi pek muhtemel. Örneğin, 2012 Ekim ayında işsizlik yüzde 9,1 iken 2013’ün aynı döneminde yüzde 9,7’ye yükseldi. Yani, ülkemiz yaklaşık yüzde 4 ile büyürken bile işsizlik artmış.
Buna ters olarak AB’de düzelme süratlenirse ihracat piyasamız olumlu etkilenir ama ne zaman? Ekonomistlere göre bir ülkenin para biriminde yaşanan değer kaybından en fazla iki çeyrek sonra ihracatta artış, ithalatta düşüş olması beklenir. Böylelikle, dış ticaret dengesinin ülkemiz lehine gelişmesi gerekir.

Kırılgan beklentiler…
Yıllar önce IMF bir çalışmasında “ticaret fazlası ile döviz rezervlerini artırmak yerel para birimi açısından en uygun ekonomik savunma yöntemidir.” mantığını vurgulamıştı. Aslında bunu IMF’den duymaya gerek yok. Tecrübe zaten bunu gösteriyor.
Belli ki geçmişteki politikaların uygulanması cari açık probleminin devam edecek olması anlamına geliyor. Farklı politikalar uygulamak gerekmektedir. Her ne kadar büyümenin yavaşlatılması (olumsuz etkilerine rağmen) çare gibi görünüyor olsa da, finansman bulma boyutunda yaşanacak güçlükler gelecekteki kırılgan nokta olacak gibi…

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın
gokhanesin@marinedealnews.com