Allah rahmet eylesin yetişmemde büyük emeği olan canım Babaannemin dilinden hiç düşmeyen üç isim vardı: Allah, Atatürk ve Dedem. Sonra Vatan, Aile… Dürüstlük, hakkaniyet ve hoşgörü… Erdemli insana dair ne var ise; bostan kazarken, yemek yerken, dua ederken, ekin biçmekten yorulup Yarbaşı’ndaki armut ya da Fındıcak’taki mürdüm eriği ağaçları altında nefeslenirken tatlı tatlı anlattığı hikaye ve masallarla bu erdemleri hisettirmeden bir bir anlatırdı… Yetişkin olduğumda anladım! İlkokul öğrencisinin anlayacağı dilden mi anlattı yoksa kendi gibi mi, bilemem ama benim de gönlümü bu anlayışıyla fethetti. O yıllarda, peşinden ayrılmadığım, gizlice gidecek diye korkup kapıda nöbet tuttuğum, hâlâ en çok özlediğim güzel ‘insan’…
Bu yaşıma geldim, nerede olursam olayım kimsenin bahçesinden izinsiz bir dal kopartamam. Canım çektiyse sahibini bulur helallik isterim: Elimde değil, yoksa acımdan öleceğimi bilsem yiyemem. Yeşili kopartmamaya özen gösteririm, çünkü O, “ihtiyacın yoksa koparma, bırak kuzum o da, yaşasın!”derdi… Benim Babaannem âlim miydi, neydi? Ne zaman olduğunu şimdi hatırlamadığım ama yeşil kopartılmayan özel bir günümüz bile vardı. Bence O ‘insan’ evladıydı. Bizi de bildiği gibi yetiştirmeye gayret etti. Ne mutlu hepimize…
Bir de uğraşmaktan en çok keyif aldığı bostanı, ekip de bazı ürünlerin hasat zamanı geldiğinde, tatil zamanı olduğu için ben de yanında biterdim, en çok vaktini geçirdiği bir tarlası vardı ki, ceviz ağaçları yeşil yeşil, hışır hışır sesleriyle hem serinlik verirken hem de tarlamızın diğerleriyle sınırını oluştururdu. Bir sene gittiğimizde, bana; “Bak, bu sene de kargalar bize bedavadan bir kaç ceviz ağacı hediye etmiş, gördün mü?” diye taze fidanları işaret etti. Şaşırdım, çünkü kargaların ceviz aşırırken düşürdüğü cevizler, tarla sınırı boyunca ceviz ağacı olmuştu. O kadar nizami! İstesen aynı aralıkta dikemezsin… Yaşım küçük ve tabii boyum kısa olduğundan o fidanlar bana ağaç büyüklüğünde geliyordu, kimbilir ne kadar büyüktüler! Sonra döndü ve dedi ki, “Bak şu köşedeki kayanın yanındaki ceviz agacı var ya, işte o senin, bundan sonra ona sen bakacaksın!” Sevinçten havalara uçmuştum, kocaman, o dev ağaç benim olmuştu… Düşünebiliyor musunuz, hediye olarak bir ağaç almıştım! Neler yapmadım ki o yaz. Bostan zamanı tüm köylü ya birşeyler ekmek ya bostanı sulamak için vaktini sürekli tarlalarında geçiriyordu. Tarlalardı ofisleri… Babaanneme yoldaş olduğumu bilmeden, her an bir yerden çıkacak çekirge veya kertenkele hatta yılana karşı tırstığımı da ona çaktırmadan, heybetli ceviz ağacımın kollarında bulurdum kendimi… Küçücük parmaklarımla o geniş dallarını nasıl kavrar ve tırmanırdım bilemiyorum. Ama kendimce en üst zirve saydığım üçüncü dala çıktığımda kendimi özgür hissederdim ve başlardım, o çocuk sesimle bildiğim şarkıları, babaannemin öğrettiği ilahileri, manileri ciyak ciyak söylemeye… Babaannemin hazırladığı azığı (örtüye paketlenmiş söğüş; domates, salatalık, ekmek ve soğan) açıp bahçede yenecek ne varsa arktan akan buz gibi suyla yıkayıp yemek vaktine kadar susmadan: Zeki Müren, Emel Sayın, Erol Evgin, Sezen Aksu ve Anonim türküler, Allah ne verdiyse derler ya, söylerdim… Yan bostandan köylümüz istekte bulunurdu; çekinmez söylerdim. Onlara ne eziyet verdim bilmiyorum ama bugün, Türkü söylerken sesimin güzel çıktığını söylüyorlar…
Babaannemle hiç sıkılmazdım. Bana kendi kendime yetebilmeyi bence, kendi ayaklarım üzerinde durmayı en doğru O öğretti. Bana ‘insan’ olmaya dair erdemleri, hiç sıkmadan bunaltmadan sevgiyle O ekti. Her bir tarlasında çeşit çeşit ağaçları vardı, ekin biçerken yorulduğunda veya mola verdiğinde sırtını, gölgesinde serinlemek için en büyük hazinem dediği ağaçlarına yaslardı… Bense; bir adımımla yüzlercesi sıçrayan çekirgelerden korkar, ağaçlarımızın dibinden bir yere kıpırdayamazdım! O bana, “Korkma Pitik kızım, gel, zararsız onlar” der, gevrek gevrek gülerdi. Alıştım sonra, köyümüzdeki yaşıtlarımdan farkım kalmadı. yine de yılana karşı temkinli olmak lazımdı. Erik, kiraz ve elma ağaçlarına tırmanmak çocuk yaşta zordur: Armut belki ama ceviz muhtemel!
Babaannem: Hem köylü hem İstanbulluydu… Köylüsüyle ağzı değişir o ağızda konuşur, İstanbul’dayken ise başı dik bir hanımefendi oluverirdi. Babaannem Andolu gibi herkesi bağrına nasıl basacağını çok iyi bilirdi.
Niye anlattım O’nu size… Özlemim, üzüntümle karışıp O’nda huzur buldu, ‘belki’ dedim, Karadeniz ikliminde büyüyenlere bir nebze de olsa tatlı bir huzur verebilirim. Bilmeyenleri imrendirebilirim. İşten güçten, geçen yıl bana hediyeyle emanet ettiği Ceviz Ağaçlarımı gidip sevemedim. O çocuk hatıralarıma sarılıp derin bir nefes alamadım. Bu Ramazan’da Ailece, cümbür cemaat orada olmaya sözleştik. Gelen gelir ama ben, Sıçan Tarla’ya gidip beni büyüten, tırmanırken bana o heybetli dallarıyla sahip çıkan Ağacıma sarılıp, O’nu seveceğim. Ey Özgürlük diye o günler hatırına avaz avaz bağıracağım. Eminim bizim Sıçan Tarla, bir ceviz ağacı ormanı olmuştur.
Bir de Babaannem, bizden gitmesin diye yollarına düşüp eteğine sarıldığım o güzel kadın, bana güzel Ata’m hakkında hatırladığı eski yaşanmışlıkları, dili döndüğünce anlatırdı da anlatırdı. O’nun çoçukluğu bu güzel insanın kahramanlıklarını bizzat duyarak geçmiş. Paylaşmadan edemeyeceğim, benim Babaannem; ata dörtnala binen, beline kadar uzun saçlarını kuşağına sarıp, alacakaranlıkta, abisinin silahını ya da dedemin beylik silahını beline koyup; sırtında, sırayla gün aşırı malağı Kekik’i (manda yavrusu) o zamanın sık ormanlarının patika yollarından, 3 saatlik yürüme mesafesinde olan yaylaya çit (saman taşınan el yapımı sepet, küfe) içinde çıkarıp, anasına emdirmeyi görev bilen bir ‘insan’. Hem o yavruyu hem Babamı sırtlayıp, gündüz bile zifiri karanlık sık orman yolunu günde iki kere aşan kadın! Kimseye eyvallahı olmadı ama nasılsa, hep mütevaziydi! 78 yaşında bile, bir bardak suyunu yılların yükünü taşımış bacaklarına rağmen kendi alırdı. Çok büyük kadındı; O’nu Yaradan’dan sonra…
Büyüklük Odur ki;
Şu veya bu yoldan bir takım kimselere kendinizi beğendirmek hevesine düşmeyiniz, bunun hiçbir kıymeti ve önemi yoktur. Şunun veya bunun sizi yüzünüze karşı gereğinden fazla çok övmesinden kuvvet almaya tenezzül etmeyiniz.
Büyüklük odur ki; hiç kimseye eğilmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın. Memleket için gerçek ülkü ne ise onu görecek, o hedefe yürüyeceksin.
Herkes senin aleyhinde bulunacaktır, herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır, önüne sonsuz engeller yığacaklardır. Kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak, bu güçlükleri aşacaksın.
Ondan sonra sana büyüksün derlerse, bunu söyleyenlere güleceksin…
Mustafa Kemal Atatürk
Bu yaşıma geldim, nerede olursam olayım kimsenin bahçesinden izinsiz bir dal kopartamam. Canım çektiyse sahibini bulur helallik isterim: Elimde değil, yoksa acımdan öleceğimi bilsem yiyemem. Yeşili kopartmamaya özen gösteririm, çünkü O, “ihtiyacın yoksa koparma, bırak kuzum o da, yaşasın!”derdi… Benim Babaannem âlim miydi, neydi? Ne zaman olduğunu şimdi hatırlamadığım ama yeşil kopartılmayan özel bir günümüz bile vardı. Bence O ‘insan’ evladıydı. Bizi de bildiği gibi yetiştirmeye gayret etti. Ne mutlu hepimize…
Bir de uğraşmaktan en çok keyif aldığı bostanı, ekip de bazı ürünlerin hasat zamanı geldiğinde, tatil zamanı olduğu için ben de yanında biterdim, en çok vaktini geçirdiği bir tarlası vardı ki, ceviz ağaçları yeşil yeşil, hışır hışır sesleriyle hem serinlik verirken hem de tarlamızın diğerleriyle sınırını oluştururdu. Bir sene gittiğimizde, bana; “Bak, bu sene de kargalar bize bedavadan bir kaç ceviz ağacı hediye etmiş, gördün mü?” diye taze fidanları işaret etti. Şaşırdım, çünkü kargaların ceviz aşırırken düşürdüğü cevizler, tarla sınırı boyunca ceviz ağacı olmuştu. O kadar nizami! İstesen aynı aralıkta dikemezsin… Yaşım küçük ve tabii boyum kısa olduğundan o fidanlar bana ağaç büyüklüğünde geliyordu, kimbilir ne kadar büyüktüler! Sonra döndü ve dedi ki, “Bak şu köşedeki kayanın yanındaki ceviz agacı var ya, işte o senin, bundan sonra ona sen bakacaksın!” Sevinçten havalara uçmuştum, kocaman, o dev ağaç benim olmuştu… Düşünebiliyor musunuz, hediye olarak bir ağaç almıştım! Neler yapmadım ki o yaz. Bostan zamanı tüm köylü ya birşeyler ekmek ya bostanı sulamak için vaktini sürekli tarlalarında geçiriyordu. Tarlalardı ofisleri… Babaanneme yoldaş olduğumu bilmeden, her an bir yerden çıkacak çekirge veya kertenkele hatta yılana karşı tırstığımı da ona çaktırmadan, heybetli ceviz ağacımın kollarında bulurdum kendimi… Küçücük parmaklarımla o geniş dallarını nasıl kavrar ve tırmanırdım bilemiyorum. Ama kendimce en üst zirve saydığım üçüncü dala çıktığımda kendimi özgür hissederdim ve başlardım, o çocuk sesimle bildiğim şarkıları, babaannemin öğrettiği ilahileri, manileri ciyak ciyak söylemeye… Babaannemin hazırladığı azığı (örtüye paketlenmiş söğüş; domates, salatalık, ekmek ve soğan) açıp bahçede yenecek ne varsa arktan akan buz gibi suyla yıkayıp yemek vaktine kadar susmadan: Zeki Müren, Emel Sayın, Erol Evgin, Sezen Aksu ve Anonim türküler, Allah ne verdiyse derler ya, söylerdim… Yan bostandan köylümüz istekte bulunurdu; çekinmez söylerdim. Onlara ne eziyet verdim bilmiyorum ama bugün, Türkü söylerken sesimin güzel çıktığını söylüyorlar…
Babaannemle hiç sıkılmazdım. Bana kendi kendime yetebilmeyi bence, kendi ayaklarım üzerinde durmayı en doğru O öğretti. Bana ‘insan’ olmaya dair erdemleri, hiç sıkmadan bunaltmadan sevgiyle O ekti. Her bir tarlasında çeşit çeşit ağaçları vardı, ekin biçerken yorulduğunda veya mola verdiğinde sırtını, gölgesinde serinlemek için en büyük hazinem dediği ağaçlarına yaslardı… Bense; bir adımımla yüzlercesi sıçrayan çekirgelerden korkar, ağaçlarımızın dibinden bir yere kıpırdayamazdım! O bana, “Korkma Pitik kızım, gel, zararsız onlar” der, gevrek gevrek gülerdi. Alıştım sonra, köyümüzdeki yaşıtlarımdan farkım kalmadı. yine de yılana karşı temkinli olmak lazımdı. Erik, kiraz ve elma ağaçlarına tırmanmak çocuk yaşta zordur: Armut belki ama ceviz muhtemel!
Babaannem: Hem köylü hem İstanbulluydu… Köylüsüyle ağzı değişir o ağızda konuşur, İstanbul’dayken ise başı dik bir hanımefendi oluverirdi. Babaannem Andolu gibi herkesi bağrına nasıl basacağını çok iyi bilirdi.
Niye anlattım O’nu size… Özlemim, üzüntümle karışıp O’nda huzur buldu, ‘belki’ dedim, Karadeniz ikliminde büyüyenlere bir nebze de olsa tatlı bir huzur verebilirim. Bilmeyenleri imrendirebilirim. İşten güçten, geçen yıl bana hediyeyle emanet ettiği Ceviz Ağaçlarımı gidip sevemedim. O çocuk hatıralarıma sarılıp derin bir nefes alamadım. Bu Ramazan’da Ailece, cümbür cemaat orada olmaya sözleştik. Gelen gelir ama ben, Sıçan Tarla’ya gidip beni büyüten, tırmanırken bana o heybetli dallarıyla sahip çıkan Ağacıma sarılıp, O’nu seveceğim. Ey Özgürlük diye o günler hatırına avaz avaz bağıracağım. Eminim bizim Sıçan Tarla, bir ceviz ağacı ormanı olmuştur.
Bir de Babaannem, bizden gitmesin diye yollarına düşüp eteğine sarıldığım o güzel kadın, bana güzel Ata’m hakkında hatırladığı eski yaşanmışlıkları, dili döndüğünce anlatırdı da anlatırdı. O’nun çoçukluğu bu güzel insanın kahramanlıklarını bizzat duyarak geçmiş. Paylaşmadan edemeyeceğim, benim Babaannem; ata dörtnala binen, beline kadar uzun saçlarını kuşağına sarıp, alacakaranlıkta, abisinin silahını ya da dedemin beylik silahını beline koyup; sırtında, sırayla gün aşırı malağı Kekik’i (manda yavrusu) o zamanın sık ormanlarının patika yollarından, 3 saatlik yürüme mesafesinde olan yaylaya çit (saman taşınan el yapımı sepet, küfe) içinde çıkarıp, anasına emdirmeyi görev bilen bir ‘insan’. Hem o yavruyu hem Babamı sırtlayıp, gündüz bile zifiri karanlık sık orman yolunu günde iki kere aşan kadın! Kimseye eyvallahı olmadı ama nasılsa, hep mütevaziydi! 78 yaşında bile, bir bardak suyunu yılların yükünü taşımış bacaklarına rağmen kendi alırdı. Çok büyük kadındı; O’nu Yaradan’dan sonra…
Büyüklük Odur ki;
Şu veya bu yoldan bir takım kimselere kendinizi beğendirmek hevesine düşmeyiniz, bunun hiçbir kıymeti ve önemi yoktur. Şunun veya bunun sizi yüzünüze karşı gereğinden fazla çok övmesinden kuvvet almaya tenezzül etmeyiniz.
Büyüklük odur ki; hiç kimseye eğilmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın. Memleket için gerçek ülkü ne ise onu görecek, o hedefe yürüyeceksin.
Herkes senin aleyhinde bulunacaktır, herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır, önüne sonsuz engeller yığacaklardır. Kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak, bu güçlükleri aşacaksın.
Ondan sonra sana büyüksün derlerse, bunu söyleyenlere güleceksin…
Mustafa Kemal Atatürk