Bereketli sorunun ertelenen cevabı

MDN İstanbul

“Avrupa Birliği dağılacak mı” sorusu medyanın en sevdiği konular arasında. Google’layın, her sene bir vesile bulunmuş bu başlığı atmak için. Son vesileyi İngiltere Başbakanı Cameron yarattı ama bu başlığın bereketi öyle tükenecek gibi değil

Çok değil yaklaşık 10 gün önce İngiltere Başbakanı David Cameron’un ağzından çıkan sözler Avrupa Birliği’nin (AB) bitmeyen sorunlarına bir yenisinin ekleneceğinin habercisiydi.
Partisi gelecek seçimleri kazandığı takdirde AB’de kalıp kalmama konusunda referandum düzenleyeceklerini, referanduma kadar ülkesiyle AB arasındaki ilişkileri yeniden müzakere etmek istediklerini söylüyordu Cameron. Halka referandumda sunulacak seçenekleri de bu görüşmelerin sonucunu kabul etme ya da AB’den tamamen çıkma olarak dile getirdi. İngiltere Başbakanı’na göre, AB’nin mutlaka değişip, esnekleşmesi, rekabet gücünü artırması ve daha demokratik bir yapıya kavuşturulması gerekiyordu.
İlk tepkilerden biri Fransa’dan geldi. Dışişleri Bakanı Laurent Fabius yeniden müzakere tartışması için “Avrupa bir futbol kulübü gibidir. Bu kulübe üye olunur. Ama üye olduktan sonra, ben rugby oynamak istiyorum, denemez” açıklamasını yaptı.
Cameron’un görüşü değişmedi kuşkusuz ama Davos’ta düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu’nda Avrupa’ya sırtlarını dönmediklerini telaffuz etmek zorunda kaldı. Amacının Avrupa’nın daha rekabetçi hale geleceği açık ve esnek bir yapıya kavuşması olduğunu ve İngiltere’nin buradaki yerini nasıl sağlamlaştırabileceği olduğunu belirtti.
Cameron’un referandum açıklamasının akabinde AB içinden başkaları da İngiltere’ye Birlik’te kalma çağrısı yapmıştı, ki işin doğrusu bu çağrıların çoğu uyarı niteliğindeydi.
Hollanda Başbakanı Mark Rutte birçok kişinin düşündüğünü gayet açık bir şekilde dile getirmişti. Rutte İngiltere’nin Birlik’te kalmasının üye tüm devletler için hayati önemde olduğunu vurgulayarak ayrılması halinde “Atlantik Okyanusu’nun ortasında bir yerlerde, ABD ile Avrupa arasında bir ada olacağını” söyledi.
Basın Cameron’un çıkışına geniş yer verdi elbette. Destekleyenler de oldu yerenler de; hatta, Cameron’a 1990’da zamanın başbakanı Margaret Thatcher’ın parlamentoda Avrupa ile daha fazla entegrasyona “hayır, hayır, hayır” dediği günler hatırlatıldı ve Avrupa karşıtlığının Thatcher’ın siyasi kariyerini bitirdiği ifade edildi.
İngiltere’nin AB’den kopacağına inanmak için erken, en azından bunun gerçekleşmesi için şu an yeterli koşulların oluşmadığı ve hatta yeterli nedenin olmadığı söylenebilir. Ancak zaten sancılı bir süreç yaşayan AB’nin dertlerine dert katacağı da ortada. Çünkü Londra açıkça her üye ülke gibi AB’ye devrettiği yetkilerinin bazılarını geri istiyor. Ülkesinin güvenlik ve ceza hukukuna dair bazı konularda AB prosedürünün dışında kalmasını istiyor Cameron. Uzlaşılamazsa neler olacağını göreceğiz, şimdiden kestirmek mümkün değil. Anlaşmalı bir boşanmadan söz edenler bile oluşacak tabloyu tam olarak resmedemiyor.

Brüksel yolları dertle örülü
Gündemi kaplayan bu konuya rağmen AB’nin temel derdi İngiltere değil. Bir türlü ekonomik krizin etkilerini yeterince azaltamıyor AB. Krizin ağırlığını fazlasıyla hisseden ülkelerin halklarının kendilerini Brüksel’in iradesine bırakmaktaki isteksizliklerini de düşününce kısa vadede bir çözüm gözükmüyor.
Euro kullanan ülkelerin hükümetleri ekonomik krizden çıkabilmenin yolu olarak daha fazla bütünleşmeden bahsediyor, ancak hemen herkes böyle bir durumda Birlik içinde euro kullanan ülkelerle kullanmayanlar arasındaki uçurumun açılacağını biliyor.
Almanya ile Fransa arasındaki barış ve dostluk dönemini başlatan Elysée Antlaşması’nın 50’nci yıldönümünde Berlin’de bir araya gelen Fransa Cumhurbaşkanı Hollande ile Almanya Başbakanı Merkel ortak öneriler geliştireceklerini açıklayarak euronun geleceği konusunda umut aşılamaya çalışmıştı. Yeterli oldu mu? Kimse bu önerileri görmeden heyecana kapılmıyor. Zaten öneriler somutlaştığında da ne derece heyecan verici olacak kuşkulu.
Bir örnek olarak Avusturya’nın liberal görüşlü gazetelerinden Der Standart’ın Dünya Ekonomik Forumu hakkındaki yorumunu hatırlayalım; önemli bir vurgu taşıyordu: “Dünyanın ekonomi ve siyasetteki önde gelen liderlerinin buluşması küresel bir atmosfer testi olarak algılanacak olursa, o zaman görünen o ki; çok yönlü kriz, çok boyutlu bir güvensizlik durumuna dönüşmüş. Hem siyasette hem ekonomide hem de teknoloji alanında…”
Malum, Euro Bölgesi’nde yaşanan borçlanma krizi AB’yi belirlenen kuralların dışına çıkmaya zorladı. İflasa doğru giden ülkelerin kurtarılması sürecinde alınan kararlar finansal olarak güçlü ortakların sözünün geçtiğini gösterdi.
AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso Komisyon’un istatistik tutup rapor yazdığını söylerken ciddi bir rahatsızlıktan söz ediyordu. Ne var ki bu zor zamanlarda her dönem geçerli bir başka kuralın ağırlığı vardı: Parayı veren düdüğü çalar!
Gerçi Birlik içinde ağırlığı olan ülkelerin Almanya ve Fransa olduğu gizli bir bilgi değildi ama yine de kriz sürecinde özellikle Almanya’nın tavrının belirleyici konumda olması gücü sınırlı ülkeleri kızdırdı.
Dahası, krizde batan ülkelerin halkları kendilerine dayatılan kemer sıkma politikalarını reddederken öfkelerini sokağa da çıkardılar, toplumsal huzursuzluk giderek arttı, toplumsal barış zaman zaman tehlikeye girdi.

Zoraki destek
Öyle bir noktaya gelindi ki AB birliğini korumak zorunda olmasına rağmen üye ülkeleri taşımakta gönülsüz olduğunu göstermeye başladı. Son olarak Güney Kıbrıs’ın çöken ekonomisi için istediği yardımı bir türlü vermeye ikna olmadı mesela. Yunanistan’da olduğu gibi Kıbrıs’ın borçlarının da kısmen silinmesi önerilerine rağmen Euro Bölgesi’nin karar alıcıları bunu kabul etmiyor.
Yunanistan örneği ise bir istisna olarak gösteriliyor. Euro Bölgesi’nin maliye bakanlarının bu konuda aldıkları son karar, kararlarını vermemek yönündeydi. Karar mart ayında, Güney Kıbrıs’ta yapılacak devlet başkanlığı seçiminden sonra açıklanacak.
Aslında kurtarma operasyonunun maliyetinin diğer ülkelerle kıyaslandığında çok küçük olduğu ortada. Ancak Güney Kıbrıs’ı kurtarma paketinin maliyeti kabaca bu ülkenin yıllık gayrısafi yurtiçi hasılasına eşit: 17 milyar euro.
Bir diğer faktör, yönetim gerçek olmadığını savunsa da ülkede Ruslar’ın kara para akladığı iddiaları. Avrupa’da birçok politikacı “Ruslar’ın kara paralarını kurtarabilmeleri için bizim halkımızın vergilerini kullandırtmayız” diyor.
Güney Kıbrıs Hükümet Sözcüsü Stefanos Stefanou kara para aklama ile mücadeleye ilişkin AB mevzuatını uyguladıklarını belirtse de bu kimseyi ikna etmiyor.
Sonuçta elbette tıpkı Yunanistan’da olduğu gibi Güney Kıbrıs’ta da AB kendi haline bırakmayacak bu ülkeyi; herkes bunu biliyor. Ancak AB Ada’ya verilecek yardım karşılığında başta kara para aklamayla mücadele konusunda net taahhütler almadan harekete geçmeyecek gibi görünüyor.

Göç de sorunlar da artıyor
Yıllardır ortak bir mülteci politikasına geçemeyen AB için birlik içinde giderek huzursuzluk yaratan konulardan biri de mülteciler.
1999’daki sorumluluğu tüm ülkelerin alması yönündeki karara rağmen Avrupa’ya gelen mültecilerin yüzde 90’ını hâlâ 27 Avrupa Birliği ülkesinin dokuzu barındırıyor. Bu sorunu çözmek için gelen öneriler arasında mülteci kotası da var. Öneriye göre, bu kota her ülkenin nüfusu ve ekonomik gücüne göre belirlenecek.
AB ise mülteci sorununu şu an için sınırlarda daha güvenlikçi politikalar uygulayarak halletmeye çalışıyor, ancak sivil toplum kuruluşları ve insan hakları örgütleri bunlara karşı. Gerçek bir çözüm için ise daha alınacak çok mesafe var.
Sadece 2011’de, dünya genelinde sığınma talep edenlerin yüzde 10’unu AB’nin kabul ettiğini hatırlatmak Birlik açısından neden büyük bir sorun olarak görüldüğünü anlatmak için yeterli olsa gerek. Bu rakam AB nüfusunun yüzde 4’üne, 20 milyon kişiye denk düşüyor.

AB’nin geleceği
Bütün bu sorunların yanı sıra burada bahsedilemeyen birçok entegrasyon sorunu daha var elbette AB’de. Ancak Avrupa Birliği’nin uzun yıllara yayılan büyük bir proje olduğu unutulmamalı. Ekonomik, siyasal ve/veya toplumsal sorunlar ne kadar büyük olursa olsun süreç içinde bir devam yolu bulunacağını düşünmek yanlış olmayacaktır.
Bu yol ne derece sağlıklı bir yol olur, şimdiden bilinmez. Fakat şu an yaşanan sıkıntıların AB’nin dağılması durumunda ortaya çıkacak sorunlarla karşılaştırıldığında devede kulak kalacağı gerçeği AB’nin varlığının günümüzdeki garantisi gibi gözüküyor. –Yüce Yöney

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın