Nisan ayı içinde bir okuyucumuzdan; sivil, ticari, idari, askeri ve akademik alanda hepimizin dikkatini çekecek 360 derece farkındalık yaratan bir mektup aldım. Sonra üzerine araştırma yapıp uzun uzun düşündüm. Bu sene benim olduğu gibi eminim sizlerin de tatil planları arasında yaz boyu bir kaç Ege adası ve Yunan dostlara ziyaret düşüncesi vardı… Üstelik Posidonia Fuarı hazırlıklarımız öncesi… Okuduklarıma iki yakanın insanları adına çok üzüldüm.
Bizler Türk-Yunan dostluğunu tüm iyi niyetimizle yürekten ve samimiyetle her alanda ortaya koyup inşa ederken, sanırım gizli ajandası olan birileri bu iyi niyetimizi geçmişte olduğu gibi hep bozma çabasında olacak… Kültürleri birbirine bu kadar yakın aynı denizin çocuklarının, birbirine komşu iki ülke halkının arasının açılması, kimleri mesut bahtiyar eder tahmin etmesi hiç zor değil. Halkların bu ali cengiz oyunlarına karşı temkinli olmasını, her şeye rağmen ve her şartta bizim sıkı sıkıya bağlı olduğumuz, “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesinin tarihler boyu, insanlık için iyiyi ve doğruyu inşa edeceği unutulmamalıdır! Aşağıda paylaştığım bu mektup üzerine farkındalık kazanıp çok çalışılması ve Milli menfaatlerimiz çerçevesinde önlem alınması da elzemdir. “Söz konusu Vatansa gerisi teferruattır” sözünden hareketle mektupta bahsi geçen konuları özenle dikkatinize sunarım.
“Son dönemde Türkiye ile ilişkilerinde ”gerginlik ve kaos” politikalarını benimseyen Yunanistan, son zamanlarda provokatif eylem ve söylemlerinin şiddetini artırdı. Aslında Çipras Hükümeti’nin iç kamuoyunda karşı karşıya olduğu sorunlardan ve yıpranmışlıktan kurtulmak için Türkiye aleyhtarı politikalara sarıldığı, bu nedenle ırkçı ve Türk düşmanı Yunan Savunma Bakanı Kammenos’a yol verildiği de kabul gören yaklaşımlar arasında öne çıkıyor. Zira Yunanistan bugün bir erken seçime gitse, Çipras Hükümeti’nin iktidarı kaybedeceği, 2013 yılında ekonomik düzlemde Yunanistan’ı “batma noktasına” getiren Yeni Demokrasi Hareketi’nin iktidara geleceği yüksek olasılık olarak görülüyor.
Elbette Türkiye ile Yunanistan arasındaki kronik sorunlar konjonktürel gelişmelere paralel, zaman zaman haddinden fazla ısınsa da son dönemde meydana gelen gerilimleri sadece Yunan iç kamuoyunun dikkatini dağıtmak için “Türkiye kartına sarılmak” şeklinde yorumlamak da hatalı olacaktır.
Ege’de ivmelenen krizlere; Doğu Akdeniz’de yaşanan gelişmeler ve enerji jeopolitiği, Türkiye’nin izlediği bağımsız ve bölge merkezli politikalar, Suriye’de oynanan jeopolitik satrançta Türkiye’nin yaptığı hamleler bağlamında her birine bütüncül olarak yaklaşmak daha gerçekçi olacaktır. Aslında bu tespitler Yunanistan’ın artan agresifliğinin arka planını da teşkil etmektedir.
Gerek NATO gerekse AB marjında Avro-Atlantik ekseninden uzaklaşmakla itham edilen Türkiye’nin, Yunanistan üzerinden hizalanmaya çalışıldığı tespiti bir komplo teorisi olmaktan çoktan çıkmıştır.
Milli menfaatlerini gözeten Türkiye; onca tecrübeden sonra geçmişin, geleceğin öğretmeni olduğu gerçeğinden hareketle denize çıkışı hesaplanan ‘Kürdistan Projesi’ni önce Fırat Kalkanı sonra da Zeytin Dalı Harekâtı ile kesmeyi başardı. Özellikle 15 Temmuz menfur darbe girişimi sonrası izlenen bölge merkezli politikalarla Rusya ve İran ile yakınlaşma, ABD başta olmak üzere Batılı müttefikleri ile ilişkilerde derin görüş ayrılıkları ortaya çıkardı. Öte yandan, Doğu Akdeniz hidrokarbon yataklarını bir an önce Avrupa Pazarına sevk etme aceleciliği, küresel güçleri, Kıbrıs başta olmak üzere Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının paylaşımı sorunlarını “halletmeye” odakladı.
Türkiye için oldukça kritik önemdeki Doğu Akdeniz’de ne yazık ki geniş yelpazeli bir blok karşımızda teşkil edilirken, tam bu noktada, Yunanistan-GKRY ikilisinin gerek Ege’de gerekse Doğu Akdeniz’de Türkiye ile yaşanan tüm sorunlara AB’yi müdahil etmeye çalıştığı, Türkiye ile AB’yi karşı karşıya getirmeye çabaladığı ve bu stratejilerinde belli bir oranda başarılı olduğu görülmektedir. Son dönemde “AB Ortak Savunma İnisiyatifi (PESCO)” kapsamında güvenlik boyutunda da proaktif stratejiler izleyen GKRY, sözde Türkiye kaynaklı güvenlik endişelerini AB’ye dayanarak aşmaya çalışmaktadır. Bu anlamda Fransa’nın GKRY’ye cesaret ve güvence veren yaklaşımları da dikkat çekmektedir.
Öte yandan Yunanistan’ın Ege’de yarattığı gerginliklerin arka planını AB’nin teşkil ettiği, sırtı sıvazlanan ve cesaretlendirilen Yunanistan üzerinden Türkiye’nin dikkatinin dağıtılmasının hedeflendiği ve Doğu Akdeniz’den uzaklaştırılmaya çalışıldığı bir vaka olarak karşımıza çıkmaktadır.
Aslında Ege Denizi’nde düşen Yunan savaş uçağı hadisesi sonrası bizzat Başbakan tarafından Çipras aranmış, taziyeler iletilmiş, ilişkilerde yumuşama sağlanmış, hatta Çipras, “Sorunların diyalog yoluyla çözülmesini arzu ediyoruz,” demiş, çok değil bundan iki gün sonra da Didim açıklarındaki aidiyeti belirsiz kayalıklara Yunan Bayrağı dikme provokasyonu cereyan etmiştir. Aslında asıl düşündürücü olan Yunan Savunma ve Dışişleri Bakanlıklarının, hatta Hükümet sözcüsünün de bu olaydan haberdar olmasıdır.
Stratejik gerçeklere ulaşmak için meselelere geniş perspektiften bakmak, 360 dereceden yaklaşmak Milli menfaatlerimiz için daha isabetli olacaktır. Öyleyse sormamız gerekiyor, Türkiye’nin iyi niyet yaklaşımına karşın Yunanistan’ın bu yaklaşımı nereye koyulmalıdır? Ve bu provokasyonu kim yaptırmıştır? Herhalde birkaç öfkeli Yunan genci cevabına inanmamız beklenmiyor… Yunanistan’ın Türkiye ile yaşadığı her türlü sorunda AB’yi, tezlerini desteklemede bir kaldıraç olarak kullandığını ifade ettik. AB’nin, mesele Yunanistan-Türkiye anlaşmazlığı olduğunda tavrının ve yaklaşımının ne yazık ki objektif olmadığını da ortaya koyduk. İşte tam bu noktada Yunanistan’ın 20 Nisan 2018 tarihinde çıkardığı “Çevre Koruma Bölgelerine İlişkin” 4519 sayılı yasa oldukça düşündürücü değil midir?
NATURA-2000 masum mu?
Bu yasa ile Yunanistan; “AB’nin çevre koruma projesi NATURA-2000” ile bağlantılı olarak doğal yaşamı korumayı, bu amaçla özel koruma sahaları belirlemeyi, özel koruma bölgelerinde kurulacak koruma amaçlı tesislerin yapımına çevre, enerji, adalar ve denizcilik bakanlıkları tarafından müştereken karar verilmesini, öte yandan bu alanlarda alınacak tedbirleri AB tarafından fonlamayı hedeflemektedir.
Yasa ilk başta çok masum görünüyor olabilir, “Ne var bunda?” dediğinizi de duyar gibiyim ama konu Yunanistan olunca meseleye bütüncül yaklaşmamız gerekiyor. Zira meselenin arka planı çok da masum görünmüyor. NATURA-2000 projesini resmi web sitesinde incelediğimizde; Yunan anakarası, İyon Denizi ve Ege Denizi’nde çok sayıda koruma bölgesi kurulduğu, Ege Denizi’nde koruma bölgelerinin EGAYDAAK statüsündeki çok sayıda adayı (Zürafa, Antipsara, Venedik Kayalığı, Formoz, Hurşit, Bulamaç, Ardıççık, Nergisçik vb.) içerdiği, NATURA-2000 programı ile belirlenen ilkeler çerçevesinde vahşi ve göçmen kuşların ve yuvalarının korunması için üç yılda bir gözlemler yapılması, AB’nin ilgili kurumları ile koordine içinde olunması, bölgedeki Yunan Sahil Güvenlik makamlarının beş aya kadar bölgelerine gelecek araştırma gemilerine liman ziyareti izni verme yetkisinin tanındığı, bu konuda Yunan Sahil Güvenliğinin Yunan Deniz Kuvvetleri ve Hidrografi Dairesi ile irtibat içinde olacağı, koruma bölgelerindeki her türlü alt yapı planlaması, çalışması, bakım ve denetim faaliyetlerinin Yunan Altyapı Bakanlığı ile koordineli yapılacağı görülmektedir.
Yunanistan’ın çıkardığı Kanun mevcut haliyle; EGAYDAAK statüsündeki alanlarda AB’nin içinde olacağı uygulamalara yetki verdiği, dolayısıyla önümüzdeki dönemde Yunanistan’ın yeni provokatif eylemlerinin ve devlet uygulamalarının olası görüldüğü, meseleye de 3’üncü taraf aktörlerinin dahlinin de kesin olduğu anlaşılmaktadır. Özetle, kısa vadede Yunanistan ile yeni krizler kapıda… Üstelik bu defa karşımızda AB’yi de göreceğiz.
Yunanistan’ın EGAYDAAK’ı sahiplenmeye yönelik tasvip edilemez devlet uygulamalarına, AB’yi dahil etme stratejisinin devamı niteliğindeki bu kanun ile EGAYDAAK üzerindeki hak iddialarını artıracağı aşikârdır. Aslında Yunanistan’ın bu hamlesi bize tanıdık gelmektedir. Benzer girişimler çevre denizlerimizde daha önce de ACCOBAMS (Karadeniz, Akdeniz ve Bitişik Atlantik Bölgesinde Yaşayan Deniz Memelilerinin Korunması Anlaşması) ve EBSA (Ekolojik ve Biyolojik Açıdan Önem Taşıyan Deniz Alanları) kapsamında gündeme gelmiş ve Yunanistan tarafından koruma alanları ilan edilmiştir. Türkiye’nin taraf olmadığı ACCOBAMS çerçevesinde, Yunanistan Ege Denizi’nin açık deniz alanlarındaki bölgeleri de içerecek şekilde koruma bölgesi oluşturmayı teklif etmiştir.
Balıkçılar dikkat!
ACCOBAMS kapsamında; teklif edilen alanlarda taraf devletlerce deniz memelilerinin korunmasına yönelik olarak gemilerin rotalarını yasaklayıcı, balık avlamayı önleyici tedbirler alınmasının önü açılacak, koruma alanları içinde; araştırma, doğa sporları, turizm ve balıkçılık gibi faaliyetler yasaklanabilmektedir. Görüldüğü gibi Yunanistan, Ege Denizi’nde Türkiye’nin hak ve menfaatlerini kısıtlayabilecek tedbirler almayı deneyebilecektir. Bu durum Ege Denizi’nin serbest kullanımına olumsuz etki etmekte, deniz ticaret filomuz ile balıkçılık sektörümüzün hareketlerini kısıtlayacağı gibi askeri gemilerimiz için de olumsuz komplikasyonları içermektedir.
Konuyla bağlantılı olarak EBSA meselesi de önemlidir. Türkiye’nin Ege ve Akdeniz’deki bütün sahilleri neredeyse EBSA olarak belirlenmiştir. Burada da, çevresel hassasiyetlerin istismar edilerek, ulusal hak ve menfaatlerimize aykırı tedbirlerin alınması gündeme gelebilecek, böylelikle Türkiye’nin bu bölgedeki askeri faaliyetlerinin kısıtlanması, Türkiye’nin araştırma ve sondaj faaliyetleri örtülü ya da açık bir şekilde engellenmesi gündeme gelebilecektir. Özellikle Yunanistan ve İsrail, EBSA’ların getirebileceği kısıtlamaların netlik kazanmaması nedeniyle bu konuda onay vermekten kaçınmaktadır.
Ne yazık ki her dönemde Yunanistan, yapmaya çalıştığı tek taraflı oldubittilerle hukuki durum yaratmaya çalışmakta, bu nedenle iç hukukunu zorlamakta ve AB müktesebatını kendi emellerine alet etmektedir. Bu nedenle özellikle AB NATURA-2000 projesine yönelik çıkardığı 4519 sayılı Kanun kapsamında koruma bölgeleri gibi Yunanistan’ın istismar edici davranışlarının yakinen takip edilmesi ve ilgili uluslararası örgütler nezdinde itiraz edilmesi uygun olacaktır. Böylelikle milli hassasiyetlerimiz de kayıt altına alınabilecektir.
Öte yandan, NATURA-2000, ACCOBAMS ve EBSA gibi deniz boyutuna yönelik girişimlere karşı ilgili Bakanlık, kurum ve kuruluşların bir araya gelmesinin, meseleye bütüncül yaklaşılarak ortak farkındalık ile politika tesis edilmesi gereklidir. Böylelikle çevre denizlerimizde bir emrivaki ile karşılaşmayacak, öngörülü ve ön alıcı stratejilerle hak ve menfaatlerimizi geç kalmadan gözetebileceğiz.”
Devletlerarası anlaşmazlıkların zirve yaptığı hatta yapacağı aşikâr. Ciddi bir dönemden geçiyoruz. Üç tarafı denizlerle çevrili, iki jeostratejik Boğaz ile itilaflı deniz alanları, aidiyeti belirsiz ada, adacık ve kayalıklara sahip bir ülke olarak daha birçok konuyla karşı karşıya kalacak olan Devletimiz, bu sorunlarımızı çözecek demir gibi hukukçuları yarınlara hazırlıyor mu? Türkiye’nin özellikle Uluslararası Hukuk ve Uluslararası Deniz Hukuku Ana Bilim Dalları altında tüm bu itilafları çözümleyecek en iyi seviyede yetişmiş, sahip olduğumuz hakları çok iyi ve hakkaniyetli savunacak, karşılaştırmalı araştırma yapabilecek şahsiyetleri yetiştirmeye ihtiyacı var. Yarınlarımıza; Profesör, Doçent, Araştırma Görevlisi olacak şekilde genç nesli hazırlamalı, var ettiğimiz kıymetli şahsiyetlerin önünü açmalı, değerli akademisyenlerimizden tüm tecrübelerini almayı da şiar edinmeliyiz. Bu nedenle Yükseköğretim Kurumumuz, ilgili Üniversitelerimiz bu alanda o cevval hukukçular her neredeyse arayıp bulmalı ve gereken tüm olanakları en üst seviyede sağlamalı diye düşünüyorum. Zira yarınlarımız mevzubahis…